top of page
YARIM
ELMA

YARIM
ELMA

Aşk ve sevda üzerine...
Rv.3

İthaf

Kendisinde eksik olmayanı, karşıt yarım elmasiyla tamamlayıp bütünlemek isteyen tüm sevenlere...

Önsöz


• Gerçek Sevgi, eksik olanı tamamlayan, boşluğu dolduran değil, sevenlerin karşıt yarım elmasıyla kendisini tamlayıp bütünlemesidir.

• Gerçek Sevgi, bir güzelliğe yaslanmadığı için zaman ve mekandan bağımsızdır. Zamanla ne büyür, ne de küçülür. Sevenin sevgisi ne yorulur, ne de yaşlanır.

• Gerçek Sevgi, beklentisiz sevmektir. Sevgim bir şey yapmana muhtaç olsaydı, kalbim seni sevgili yapmazdı dedirtendir.

• Gerçek Sevgi, karşılıksız sevmektir. Sevilme duygusunun yoksunluğu seven yüreğe ağır gelmez. Seven için sevgilinin varlığının bilinmesi ve bilinirliğe minnet duyması yeterlidir. Suskunlukla bile sevgi vermeni beklemeyenim dedirtendir.

• Gerçek Sevgi, bir kritere göre tercih edilen, yolu gözlenen bir arayış değildir. Sevgi, aranmadan bulunan bilinmeyene kavuşma sevincidir.

• Gerçek Sevgi, bir şeyi sevme duygusu değildir. Sevgi, sevgiliye ait bir güzelliği sevmemeyi sevmektir. Ama aynı zamanda sevgiliye ait her şeyi, sebepsiz sevmektir. Sevgilinin varlığını, en bilinen yanlışlarıyla bile sadece O diye sevmektir. Her şeyini, hiçbir şeyinle sevenim dedirtendir

• Gerçek Sevgi, beğeni veya heves değildir. Olan bir güzelliğe veya olmayan bir çirkinliğe iltifat etmez. Arzulardan arınmış ve duyular ötesi mistik bir mutluluktur.

• Gerçek Sevgi, neyi sevdiğini, neyi sevmediğini sayıp dökememektir. Sevgiliyi bilinen özellikleriyle değil, tüm bilinmezlikleriyle de sevmektir.

• Gerçek Sevgi, sevgiliyle yaşanan, birlikte geçirilen zaman değildir. Yalnızken bile seven yüreklerin suskunlukla iletişim kurduğu kalbi bir muhabbettir.

• Gerçek Sevgi, kalplerin zaten karşılıklı bildikleridir. Bilinmesi ve anlaşılması için sözlere ve bakışlara ihtiyaç duymaz. Zihinlere düşen görüntülerle ve kalp duygusuyla karşılıklı hissedilendir. Kalbinin bildiğinden başka bir bilgim yok dedirtendir

• Gerçek Sevgi, sevgiliyi benzerlikle kendinde bulmaktır. Tanıma gerektirmeden, kendine benzerliğiyle karşılıklı yakınlık hissetmektir. Sana duyulan sevgim, sevgim ise benzerliğimdir dedirtendir

• Gerçek Sevgi, sahip olma duygusu içermeyendir. Benimsin, bana ait olmadan dedirtendir.

• Gerçek Sevgi, kelebek olup birlikte özgürleşmek isteyendir ama sevgilinin kendisini kaybetmekten de çekinmeyen, gerekirse sevgisini alıp gitmeyi de bilendir. Sadece varlığın bilinirliğini unutmaktan korkanım dedirtendir

• Gerçek Sevgi, kendini ansızın ve bir anda sever bulmaktır. Gerekçe bulmadan ve gayret harcamadan sevenim dedirtendir

• Gerçek Sevgi, başkalarına anlaşılmaz gelenleri karşılıklı anlaşılır kılandır. Suskunlukla bile iletişim kurmak ve hala karşıda kendini anlaşılır bulmaktır

• Gerçek Sevgi, beyaz sayfadaki beyaz bir noktadır. Tüm maddeleri bünyesine alacak kadar yoğun, kalplere ağırlık vermeyecek kadar hafif, tüm evreni kapsayacak kadar büyük ve geniştir.

• Gerçek Sevgi, sevileni kendinden daha çok sevmektir. Sevilenin bazı hallerini değil, her halini sevmektir, tabaktaki son zeytini sevgili yesin diye beklemektir.

• Gerçek Sevgi, ne gözün gördüğü bir güzelliktir, ne içinde sevgilinin olmadığı başka bir güzelliktir. Sevgili, sahip olmadıklarıyla bile eksiksiz bulunandır

• Gerçek Sevgi, sevgilinin yanındayken beklentisiz uzaklık, ondan uzaktayken ise özlem dolu yakınlık hissettirendir. Yalnızlığım bile sensin dedirten...

• Gerçek Sevgi, sevgilinin kalbine tek kişilik kapıdan, geçmişini ardında bırakarak yalnızlıkla geçmektir. Tüm sevgileri uğruna feda edip geçilen ve geri dönüşü olmayan bir geçittir.

• Gerçek Sevgi, sevgiliye ait olmayanları bile onunla olmadığı için sevendir. Olmayan her güzellik, zaten olmaması gereken bir çirkinliktir dedirten...

• Gerçek Sevgi, sevgiliyi değil, sevgiliyle her şeyi sevmektir. Olanı sevgiliyle, olmayanı onsuz diye çok sevmektir.

• Gerçek Sevgi, dolanık karşıt parçasına kavuşarak, diğer dünyevi ihtiyaçlarını yok etme sevincidir. Seven kendi ihtiyaçlarını yok ederken yeryüzündeki herkesin ihtiyacını da kendi sevgisi yapandır.

YARIM ELMA


I

Hani bir kere, “Çok mu farklı, aykırı geldim sana?” demiştim. Sende bana, yüzümü gizli gizli ve merakla incelerken, “Ey aykırı yarım elma, korkutan yanıma gelmen değil, artık yanımdan gitmendir” demiştin. Evet! “Şüphe yok ki, aranmadan bulunan, kaybedilmesinden en çok korkulandır” demiştin.


Ve bir süre sessizlik olmuştu da sonra parmağıyla kalbimi gösterip “Sözünde doğru isen bana sevgini onunla anlat” demiştin. 

Bende “Yüreğimdeki sevgimin öğrettiğinden başka hiçbir bilgim yok” cevabını vermiş ve şöyle devam etmiştim:


"Ey görkemli tavşan! Sen daha önce hiç yaşamadığını hissettiğin halde benden sevgimi anlatmamı mı istiyorsun? Pekâlâ, önce gözlerini kapat ve sezginle hissetmeyi hatırla ki ben de sana sevgimi tasdik eden sıcaklığı kalbine suskunlukla vereyim"
...


Bir gün bana “Ey yalnız gezen savaşçı! Alınmadan verilen, alanı borçlu kılmaz mı?” demiştin de öylece bakıp dururken gözlerimi kısıp gülümsemiş ve “Hayır! Sadece sevilenin varlık olduğunun bilinmesi bana yeterlidir, o zaman vereceği olmayan bana zaten borçlu olamaz ki” demiş ve ardından şunları söylemiştim:


"Ey kendi iç dünyasında yalnız üşüyen tavşan! Şüphesiz ki sevgim senden bir şey beklemeyendir. Onun için ki eksiğimi tamamlamadan, varlığın örtüp bütünler beni. Hayır, sen O’sun. Hem her şeyiyle hem de hiçbir şeyiyle sevilen. Hayır, sen O’sun. Hem aranmak için bulunmayan hem de bulunmak için aranmayan...


Şimdi, ey sevgili, sevilecek bir şey yüzünden sevilmeyensen, senden almayı isteyeceğim bir sevginin olduğuna inanmamı mı umuyorsun? Hayır! Görünmez kara deliklere ant olsun, varlığının bilinmesidir zaten verilen. Herkesten gizlenen ama karşılıklı açığa vurulan..."
...


Oysa insanlardan bir kısmı der ki “beğenim seni tanımak istiyor, zamanla tanımlanan ise sevgimiz olsun”. 


Ne gaddar bir talep!


Aslında onlar hevesin sıcaklığını işitirler de sonra o duyguyu iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile sevgi kavramını tahrif eder dururlar. Evet! İnsanlar fiziksel güzel olanla veya çirkin olmayanla sevdikleri için zamanla gelen yıpratan değişimi beğenmezler de sevginin üzerine suç atarlar. Bunun üzerine, alışılan veya yaşlananlar, insanların üzerine küçülen ve azalan o sevgi, -evet bir azap- olarak iner.


Hayır! Kim gerçekten sevense, o neyi sevdiğini bile kendisine sayıp söyleyemez! 

Sadece kendisini çepeçevre kuşatan o sıcak sevgiyi severken, sevilen O olmuş olur. Ansızın ve sonsuza dek!
...
Yemin olsun ki sevgili, gerçek seven sevilmek istemeyi bile bencillik bilendir. 
Evet! Gerçek Seven, tabaktaki son zeytini sevgili yesin diye bekleyen değil midir?


Yemin olsun ki sevgili gerçek seven görerek değil hissederek sevmeyi bilendir. Evet! Gerçek Seven, yalnızlığı bile sevgili ile baş başa kalmak bilen değil midir?
….


II

Bir gün şirin tavşan, bana demişti ki: “Ey tek kişilik kapıdan kalbime geçen! Ben rüyamda bir şey gördüm; bana bunu kalbin bir anlatsın. Umulur ki zaten bildiğimi, senin de bildiğini gösterir”

Önce yüzüme baktı, yine neyle baktığı belli olmasın diye gözlerini kaçırıp anlatmaya başladı:


“Çöl fırtınasıyla yeni oluşmuş bir tepenin kenarında yürüyorum ne bir korku ne de bir İstekle. Hırçın rüzgâr ve ayaklarıma takılan taşların sesiyle...


Ne mutsuzum ne de keyifli. Ne bir yere gidiyorum ne de bir yerden dönüyorum.
İşte o anda, uzak diyemeyeceğim mesafedeki bir tepenin üstünde, ayaklarını uçuruma sallayarak oturmuş bir yabancı gördüm. Hem benzerliğiyle tanıdık gelen bir yakınlık hem de daha önce kimsede görülmemiş farklılık, alışılmadık bir aykırılık hissettiren.


Yanına doğru merakla yaklaşırken ayaklarıma takılan kumların sesini duymuş olmalı ki olduğum tarafa keskin bir bakış attı. Beni değil, benzerliği olan ruhumu gören.


Beni bekleyenmiş gibi baktı gülümsedi, gelen samimi sıcaklığa baktım gülümsedim.


Birden avucunu yanına, sağındaki yere koydu sanki yanıma oturmaz mısın demek isteyerek. Önce tereddüt ettim, sonra hissedilen benzerliğin sıcaklığına dayanamadım, ilerledim.


Salınarak yanına ulaştım, kendimden emin bir tutumla gösterdiği yere, yanına oturdum. “Oturana, yalnızlığında benimle oturan sana, selam olsun ey yarım elma” dedim rengarenk bir gülümsemeyle.


Ben merakla yüzünü incelerken, o yüzüme bakmadan sevgiyle konuştu “Ey ıssız çöllerin sahibi güzel tavşan! Aranmadan bulunan karşıt yarım elmaya, evet bir cesaretle gelen sana selam olsun.” dedi.


Bir süre yan yana keyifle oturduk. Ne birbirimize baktık ne de birbirimizden başka bir şeye baktık. Ne birbirimize yaklaştık ne de birbirimizden uzaklaştık.


Duygularımız karmakarışık bir sarmaşık olurken ne konuştuk ne de sustuk oturduk!”


“İşte hepsi bu kadar, Hadi şimdi kalbin duymadıklarını ama bildiğimi anlatsın bana” dedi şirin tavşan, saçlarını kulaklarına takarak.


Bir süre sessizlik oldu. Konuşmaya başlamadan önce başımı çevirip güzel gözlerine baktım, dokunmayan bakışlarla sevgimi içine bıraktım. Sanki her şeyi zaten söyleyen.


Sonra birden ama yumuşak bir sesle konuşmaya başladım: “Ey sevgimin sahibi görkemli güzel! Ant olsun ki rüyanda sevgiyi ve sevgiliyi arayanlar için öğütler vardır. Hani sevginin eksikliğini bir başkasıyla doldurmak isterken tek başına kalıp o üşüyenler için...” dedim ve ekledim.


“Şüphesiz kendindeki boşluğu bir sevgiliyle doldurmak isteyenler, sevginin eksik olmayanı bütünleyen olduğunu bilemez! Evet! Kendi kendine yetemeyen, sevgiliyi nasıl sonsuz bir sevgiyle örtüp sarmalasın ki” dedim ve kaldığım yerden konuşmaya devam ettim.


“Ey gürültülü kalabalıklarda çöl ıssızlığını yaşayan! Gerçek şu ki hakkıyla seven eksiksiz anlatan değil, bilinen ama hiç söylenmeyenleri gülümseyerek tamamlayandır” dedim, başımı sallayarak.


Gözlerini dikip içimi okumaya çalışana aldırmadan konuşmaya, anlatmaya devam ettim.
“Ey kaçak bakışlarla üzerimde sevgimi arayan aykırı ruh! Aradığın bende değil, zaman zaman zihnine düşen sevgi dolu görüntülerimde ve ağırlık vermeden bıraktığım kalbindedir. Onu, evet zaman ötesi sevgimi kendinde ara.


Rüyana gelince -ki o sevgiliye ancak hissedileni yükler-, işte o sana tastamam verilen sevgimdir. Artık bilinir olmanla gelen varlığının, kalbimde sonsuza dek kalacak sevgi dolu yansımasıdır. İşte ben böyle severim.” dedim.


Derin bir iç çekişten sonra tekrar konuşmaya başladım, söyleyeceklerimin zaten bilinen olduğundan emin olarak:


“Ey Sevgili! Şüphesiz bir sevginin hakkıyla bilinmesi için sözlere ve bakışlara ihtiyaç yoktur. Gerçek seven, sevgisini eksiksiz, açık ve sağlam kılınsın isteyerek sevgilinin kalbine ve görüntülerle zihnine bırakır. İşte bu yüzden zaman zaman ışıltılarla aklına düşerim, tıpkı bana geldiğin gibi.


Bil ki o an karşılıklı hissediliyor, sevgimizle kavuşuyoruzdur. İşte ben seni öyle severim ki, sende beni öyle seversin.


Susarak konuşan kalplere yemin olsun! Gönlümüzde patlayan sevgimizdir, sevgimiz ise benzerliğimizdir.”


Çöl tavşanı kaçamak bakışlarla karşısındakini süzdü. Gerçekten benziyor muyuz diye düşünüyordu, alt dudağını hafifçe ısırarak bakındı, bakındı. Gözlerimi kısarak gülümsedim ve fısıldayarak seslendim:


“İçinde konuşan benim sevgim olduğunu bile bile neden hala meraklı bakışlarla yüzümde onu arıyorsun?


Sana verip seni tamamlayacağım bir eksiğin olmadığını bile bile neden benden sevgimi duyarak kendi sevginden emin olmak istiyorsun?


Hayır! Bunu böyle yapan olmadığımı bilsen bile, sana sevgimi anlatmak yerine sana kendi kalbinden seslenip, sevgimi haberdar etmem yetmeyen mi?


Unutma sevgili! Sevgi bir boşluğu kelimelerle dolduran değil, kalplerin birbirine dokunmasıdır. Sadece hislerle anlaşılan.


Evet! Bilinen yollarla sevgisini söyleyen, bilinmez yarım elma nasıl olsun?


Evet aykırı güzel! Olup biten bir tesadüf değildir. Beni ve seni sadece bulunduğumuz bu yer çağırdı. Ama senin olsam da sana ait değilim, benim olsan da bana ait değilsin. Yazgımız yalnızlıktır!


Gerçeğin kendisi olan birbirimizi varlığımız için sevmek, aslında başkalarının sevgi kavramını yanlışlamak için bizim kalbimize inmiştir. Evet, tam da burada!


İşte bu yüzden, sevginin değil sevgilinin varlığı, artık ikimizde de kaybedilmesi en çok korkulan olmuştur.


Evet! Sevgimiz ne her yeni keşfedilenle büyür ne de her yaşlananla küçülür. Sevgim, karşımdaki sevgilinin ta kendisi olur. Tıpkı sendeki ben gibi.


İşte bu yüzden sevgili, sen O'sun, hiçbir şeyiyle ve her şeyiyle sonsuza dek sevilen...
...
Oysa sevgiyi kalplerinde taşıdığını söyleyen nicelerini, -seni olduğu gibi değil sadece görkemli güzelliğini sevdikleri için- zamanla yüreğindeki uçurumdan attığını görmedim mi sanıyorsun?


İşte bu günahları sebebiyle kalbin onları aslında cezalandırmış ve -hala yanlarında, aralarında olsan bile- onlardan uzaklaşmıştın.


Şayet varlığına duyulan Sevgim ve sana yazgılanmış yüreğim olmasaydı, yine de onlar gibi bende “Bu apaçık aradığımdan başka bir şey değil” derdim.


Hayır sen O’sun, aranmadan bulunup her şeyiyle sevilen.


Evet, bir daha söyleyeceğim! Gerçeğin kendisi olan birbirimizi varlığımız için sevmek, aslında başkalarının sevgi kavramını yanlışlamak için bizim kalbimize inmiştir. Evet, tam da burada!
...
Bir gün “Böyle bir sevgi mi olur ya!” dediler bana. Bende dudak bükerek “Eğer sevgi aranan bir şey olsaydı, mutlaka onun bilinen ve tanımlanan bir sınırı bulunurdu. Oysa gerçek sevgi, sadece sevgiliyi örten değil, -ansızın ve bir anda gelen sevinç duygusuyla- evrenin tüm sınırlarına kadar uçuşan ve her şeyi kuşatan olmalı, değil mi?” diyebilmiştim.


O zaman diğer erkekler bana şöyle seslendiler: “Ey romantik su kuşu! Bizi kıskandırma, bize böyle sevmeyi öğret ki, bunu ilk duyandan son işitene kadar bu bizler için aranmadan bulunan büyük bir sevgi olsun ve senden de bize sunulan değerli bir hediye kalsın. Bizi ödüllendir ey sevgisi sevgilisi olan”


Başımı öne eğip ellerimle oynayarak ümitsizce seslendim: “Evet, gerçek şu ki siz sevgiliyi sevmeyi bilmiyorsunuz. Mutlaka bunu size yazacağım; fakat bundan sonra içinizden kim gerçek seven olamazsa, sevdiğinin -sevgilinin kendisi değil- ya onun sahip olduğu bir güzelliği ya da arayıp durduğu kendi bencilliği olduğunu bilsin”


Ama bende sizden bir şey isteyeceğim. Bir gün beni sizden sorarlarsa, sevgiliyi varlığı için sevmeyi bize öğretendir deyin. Benim için; -ikimizsiz tüketilmesin isteyerek- o her alınan nefesle sevgiliyi sevmeyi bize öğretendir deyin.


Hakikaten onlar hala bunu bilmezken, ben bunu bilip söyleyen değil miyim?
Hayır! Sen O’sun. Hiçbir şey yüzünden sevilmeyen ama her şeyiyle sevilen


III

Hani bir gün aykırı tavşan “ben, kendimde sevilecek bir şeyi bulamazken, bu sevgiyi hak edecek ne yaptım bilemiyorum” demişti de bunun üzerine önce güzel gözlerine bakarak derin bir sessizlik vermiş ve sonra da “Yapmadın! Ama sevgim, bir şey yapmana muhtaç olsaydı, zaten seni sevgili yapmazdı” demiştim:


“Hayır, ben sana sadece kalbimin başından geçenleri anlatıyorum, bu ise seni karşılık vermeye zorlamasın. Eğer kalbim senden bir şey isteseydi, elbette ben bilinen yanlışı dillendirmiş olurdum. Hayır, sen gerçekten beklentisiz sevilensin!” diyebilmiştim.


Bunun üzerine “Hadi, istersen bir de sen kendi kalbine sor. Benimle karşılaştığın gün öncesi, yani önceki bilinmezliğim artık sende apaçık bir istenmeyen değil mi?” diye ona sormuştum.


Mademki artık ‘sadece varlığımız bilindiği için’ birbirini sevenleriz, o halde bu iki yarım elmayı korkutan tek şey artık, -uzak kalmak değil- birbirini unutmaktır.
...
Hayır! İster doğuya isterse de batıya uzaklaşayım, geçip gittiğim her yerde sevgili oradadır, hep unutulmadan yanımdadır.


Hayır! Sağa da dönsem, sola da dönsem yarım elmam hep yanımdadır. Gözlerimi kapattığımda ise karşımdadır!”


Ey ışıldayan ışık kulesi! Çarpan yüreğine ve çakan görüntülerine ant olsun, sadece varlığın için sevilensin.


Evet! Hayatın tüm çekiciliği içinde meylettiğim tek şey varlığını sevmek, yalnızlığımda ise seni benimle bilmektir.
...
Bunu dinleyen hemcinslerim dedi ki “Gerçekten seni sapkın bir düşünce içinde buluyoruz? Dokunmayan, görmeyen, konuşmayan ve işitmeyen sevgiliyle paylaşılan nasıl bir sevgi olur ki?” dediler, birbirlerine kaş göz yaparak.


“Şüphesiz tüm duyu organları bir şeyler almak üzerinedir. Ama sevgilinin mabedi olan kalp sevgi alan değil, sevgi veren değil midir? Hayır, asıl siz yanlış yoldasınız!” diyebildim yutkunarak.


Evet! Duyular ötesi sevgiyi böylece onlara anlatmak istedim ki sevileni her şeyden arındırılmış “O” olarak bilsinler ve üzerine düşünsünler.


“Daha iyi anlaşılsın diye sizlere bir sır vereyim mi?” dedim ve ekledim:

Sevileceğini sanmadan,
Hatta neyi sevdiğini bile anlamadan,
Sevdiğini bilen yarım elma,
Sevgili ile bir aradayken
Varlığına alışmayayım diye
Onu görmezden gelendir.
Halbuki ondan uzaktayken,
Yokluğuna alışmayayım diye
Gözlerini kapatıp
Sevgiliyi düşünendir.


“İşte sizde böyle sevenler olmak istemez misiniz?” dediğimde ise dudaklarını büküp “Hayır, biz seni gerçekten anlamıyoruz. Gerçek, sevgiliyle birlikte yaşanan ve onunla paylaşılan güzel anlardır” dediler ve alay ederek ortamdan uzaklaştılar.


Aslında bunu onlara böyle söyleten, duyular ötesi sevginin ne olduğunu bilmemeleriydi. Sevgiyi, sadece karşılıklı sevilmek olarak bilmeleriydi.


“Hayır, zihinlere sevgiyle düşene ant olsun, hayır! Sevgi alınan değil verilen bir olgudur. Sevgili, sadece aranmadan bulunduğu ve artık Varlığına minnet duyulduğu için çok sevilendir” demiş ve arkalarından söylenmiştim:


“Yoksa siz, sevileni olduğu gibi hatta herkes tarafından tasdik edilen yanlışlarıyla bile sevmemi mi şaşırtıcı buldunuz? Ne kadar da insafsız bir yargı!
Hayır, milyon kere hayır! Sevgi duymak, birisini sevmek değil, Sevilenin varlığının bilinmesi müjdesine sahip olmaktır, işte!”
...


Hani bir keresinde ayağa kalkmıştım da tam herkese “Küçülmeyen ve büyümeyen sevgiye yemin olsun! Kuşkusuz o bir beğeniden ötedir. Hissedileni bir de benden dinleyin” diyecekken, seninle göz göze gelmiştim. Sen ne yapacağımı anlamış ama umutsuzca başını iki yana sallayıp “ey mutsuz panda, bu beyhude bir çaba olur!” demek istemiştin. Bende istemeyerek susmuştum. Oysa Bu ıssız çöllerden geçip gitmediysem bil ki bu, senin layık bir sevgiyle sevilmemiş olmana isyanımdı.


Ben onların ne beni anlamasını ne de bizzat ideali yapmasını istiyordum. Hayır! Ben o yoldan çıkmışlara, sadece hak ettiğin sevgi ve değerin aslında bu olduğunu, en yüksek uçurumla göstermek istiyordum.


Onlara sevgime dair şunu söylemek istiyordum:


Çoklu hayatlar içinde karmakarışık olan,
Neyi istediğini değil, neyi istemediğini bilir.
Asi bir duruş ve isyankâr tavrıyla ise
Benzerinin onu görüp geleceğini bilir.
...


Bir keresinde de benden uzaklaşıp beni başkalarıyla yalnız bırakıp gitmiştin. Benden yardım talep edenlerin, aslında bunu niyet etmediğini çok iyi biliyordun. Onları görmeyen bakışlarla dinleyip uzaktan seninle konuştuğumu da çok iyi biliyordun.


Ben bunu çoğu kez yapıp edendim oysa. Öncekilerin başlarına gelen de mesafeyi aşıp çok yaklaşanlara müjdelediğim kavurucu güneşimdi. Onlara karşı çok acımasız olmuş, geldikleri şeyin gölgesi gibi gitmelerini büyük bir keyifle izlemiştin.


Evet! Onları uyarmamış, sevgimle değil gazabımla karşılaşmalarını izleyerek aslında hepsini alaya almıştın. Bana sonrasında ise şunu demiştin: “Kendilerine sevginin kutsallığını hatırlattığın halde senden seni bekleyenlerden daha acımasız kim olabilir?”


Ben ise “Yine de bunu herkesten bekleme! Şayet anlatılanları hakkıyla anlasalardı -ki bu hiçbir zaman mümkün olmayacak- o zaman onlar sen olurdu, her şeyiyle sevilen. Hayır, her şeyiyle sevilen sadece sensin sevgili. Ta ki beni yanında istemedikçe yahut kalbim duruncaya kadar seninleyim!” demiştim.


İşte o zaman sanki oyuncağını bulmuş bir çocuk gibi eğlenerek bana seslenmiştin: “Gördün mü? Sonunda bende sevilecek bir şeyler buldun, sevgine sınırlar olan! İşte aradığım buydu” dediğinde ise “Yanılıyorsun sevgili, aksine seni sevmelerimi sadece varlığının kendisi yaptım, seni sadece O yapan” demiştim.


Derken aramızda bir sessizlik olmuştu belli ki yine neden sevildiğini düşünüyordun.
Ben sana “Sen, sevginin en üst makamını, -evet sevgilinin kendisini beklentisiz sevmeyi- benim kalbime öğretensin! Bende, bilmeden bunu bana öğreten senin kalbine bunu ne olduğunu anlatacağım” demiştim.


“Doğrusu sen beni tanımıyorsun bile. Ama şaşılacak olan sevgin değil, söylediklerinin bana yakın gelmesidir!” dediğinde başımı sallayarak sana şunu söylemiştim:


Bana duyduğun sevgindir, Sevgin ise benzerliğindir!


“Unutmadığım şeyden dolayı bana yüklenme; aslında sende sevilen kendi türümden olman değil, benden daha ileri bir formda yaşananı anlatmanı seviyorum” dediğinde ise “Evet! Bu böyledir. Çünkü olan bütünleyendir. Ama sen zaten benim kadar kendini sevmiyorsun ki...” demiş ve kıkırdayarak gülmüştüm.


“Tamamm, eğer bir daha sevgini sorgularsam, bana verdiğin mazeretlerin hepsini tüketmiş olayım. Bu konuyu şimdilik kapatalım. Ama artık bana duyulan sevgini değil, daha çok kendini anlat. Sen gerçekten bilinmek istenensin!” dediğin için hemencecik sana şunları fısıldamıştım:


Ben,
İttirip duran kalabalıklar arasında,
El yordamıyla kendimi
Ve kendi türlerimi arayanım.


Ben,
Aykırı oldukları için dışlanmış
Ve özgüvenleri de ellerinden alınmış
Bir halde olsalar da
Hala bir şeyleri düzeltmek için
Zorbalar diyarında kalan,
Ve bu yüzden de yok olmayı göze alan
Kendi türlerimi arayanım.


Sen,
Kendinden daha aykırı olanı
Kocaman gözlerle ve gizlice izlerken
Ve yakın gelen benzerliğimde
Kendi güç, özgüven ve farklılığını bulurken;
Yüreklice kendimi sana göstermemi
Ve “burada sadece senin için bulunuyorum”
Dememi sorgulayansın!


Ey görkemli güzelliği benzerliğim olan! İşte ben senin belli belirsiz amaçlarını sevdim. Yıkılacağını bile bile çöl fırtınalarına karşı kumdan idealler yapmanı sevdim. Ne yapacağını bilir bir edayla ama ne yaptığını bilmez bir halde değmeyenle mücadeleni sevdim.


Bütünleyen benzerliğin sevgim, sen ise yarım elmam oldun!”
...


Unutma ki bir gün buraları terk edip benimle gelmek istersen, yokluğunda burada en çok kıskanılan olacağım. Ama yine de istediğim bu değil. Evet! Bana seni hakkıyla sevme onuru, kıskanılan ödül olarak yeter!


Hakikaten varlığını sevgili bilme onuru, kıskanılan ödül olarak bana yeter!”
...


Artık gözlere dokunmayan bakışlarımda bul sevgimi. Kalbindeki heyecan, zihnindeki ışıltılı görüntülerim ise sevgimi sana şöyle anlatsın:


“Ant olsun ki aykırılığımı farklı ve yabancı bulmadığın için öldü bensiz geçmişin. Yak artık hepsini neşeli ağıtlarla...”
...


Oysa fizikteki karşıt parçacıklar evrende umutsuzca dolaşıp duranlar, değil miydi? Dolanıklılık dediğimiz kuantum yasası ise sevilenleri yarım elma yapan, değil miydi?


İşte ben bunları düşünürken, kendi kendime şöyle mırıldanmıştım:


Eğer sevilmeyi beklemeyecek kadar çok
Kendini seviyorsan,
Yahut karşılık istemeyecek kadar çok,
Birisini seviyorsan,
Bil ki hissedilen benzerliğindir.
Engel olamadığın ise
Dolanık karşıt parçana olan sevgindir.


İşte onlar, gerçek sevgiyi birbirlerinde bulanlar, o karşıt parçacıklardır.


İşte onlar, -duygu, düşünce ve eylemlerdeki benzerliğiyle- birbirini bütünleyenler ve tıpkı maddenin anti maddesiyle kavuşması gibi sevgisiyle yok olup gidenlerdir.


IV

Bu ıssız diyara ilk geldiğimde kalabalıklar arasında yalnız dolaşıyordum. ‘Beni buralara getiren o aykırı da kim?’ diyerek dikkatlice insanlara bakıyor, seni yüzlerden tanımaya çalışıyordum. Evet! Ben bunu hep böyle yapıp edendim, yazgımın beni sürüklediği yerlerde.


Kirli zihinlerin arasında epey dolaştıktan sonra, tam da umudumu kaybedecekken; seni tek başına bir şeylerle boğuşurken buldum. Uğraştığın o değmeyenle...


İlk gördüğümde kendi kendime şöyle mırıldandım: “İşte orada, orada aykırı şirin tavşan. Üstünlüğü görülmez gözlerle bakmak, suskunlukla konuşmak olan!”


Doğrusu en yakın olanlar hep aykırılar olsa da sen suskunlukla konuşma ve zihinleri sezgisel okuma da bana en çok benzeyendin.


Hani sonrasında, bir süre saçlarım uçuşarak, senin gönderdiğin rüzgârın fısıldadıklarını dinlemiştim: “Tek kişilik kapıdan, sadece yalnızlığınla gel”.


“Anlaşılan buralarda senin dilini işitecek kulak, seni hakkıyla anlayıp sevecek gönül yok!” dedim.


Baktın gülümsedin, baktım gülümsedim.
...


Bir zamanlar sana: “Ey yakın gözüküp hepsine uzaklık veren! Buralarda sen hiç böyle tastamam sevilmemişsen, bu benim suçum değil! Ama yine de onları benimle kıyaslayıp ayıplama, aykırı olmamak da onların suçu değil. Benim tek üstünlüğüm sana benzerliğimdir, varlığın ise sonsuz sevgimdir!” demiştim de sen dokunmayan bakışlarla bir süre beni, gizemli gelen benzerliğimi şüpheyle incelemiştin.


Bende sana gülümsemiş, gözlerimi kapatarak ve suskunlukla yüreğine şunları söylemiştim: “Ey kalp atışlarıyla çığlık çığlığa konuşan! Belli ki bu yabani diyarlarda epeydir bulunmaktan, sen benzerini görmeye alışkın değilsin. Kuşkusuz sıcacık hissettiğin sana sevgimdir, sevgim ise benzerliğimdir!”


Başını kaldırmadan bir süre bozuk bakmış ve sadece “geç kaldın!” demiştin. Evet, sadece geç kaldındı.


Bende sana heyecanla: “Beni geç kaldın diye yargılayıp kınama, ey mutsuz bakış. Aramadan bizi bize bulduran, bulunduğumuz bu yer oldu. Çarpan kalbine yemin olsun ki sen beni beklemek için buraya biraz erken gelensin” diyebilmiştim üste çıkarak.
...


Onlardan bir kısmı sendeki farklılığı görmüştü de bunu anlamlandırmak için sana başka isimler takmışlardı. Oysa benzerliğini değil, onlar duru farklılığını seviyorlardı.


Aykırı olmanın sana verdiği bu duru güzelliği sevmeleri, sadece onların sendeki kendi eksikliklerini görmelerini sağlamıştı, farklı gelen. Ben ise benzerliğini sevmiştim, bütünleyen. Tıpkı sendeki ben gibi...
...


Hani bir gün bana demişlerdi ki “Sana bunları söyleten, böyle sevgiyle konuşturan nedir ki? Halbuki bizler onu senden daha iyi tanıyoruz. Şüphesiz kalbin büyük bir yanılgı içinde!”


Bunun üzerine öfkelenmiş, nefes nefese onlara şunu söylemiştim:


“Hakkında bilgi sahibi olmadığınız aykırı tavşan için ne fena hüküm verdiniz! Gerçekten cahilce konuşma, doğruları eğip bükme şöhretinizi küçümsemişim. Hayır! O benim yarım elmamdır, sevilen!”


“Dediklerinde doğruysan, biz gerçek sevgiyi bilmeyenleriz. O zaman bize, varlığa duyduğun o eşsiz sevgiyi güzelce anlat ki biz yanlışımızın ne olduğunu iyice anlayalım.” dediklerinde onlara şöyle seslendim:


“Bilirim bir güzelliğe düşkünlüktür, çoğunuza çekici gelen. Ama içinde menfaat barındıran her şeyin üzerinden zaman yaşlandırarak aktığı için, -varlığa duyulan sevgi olmayan- o arzu dolu beğeniniz, zamanla yok olur. İşte farkına varmadığınız bencilliğiniz budur!” dedim ve keyifle onlara bir baş selamı verdim.


Tam homurdanmalar başlayacaktı ki gürültülerin bitmeyen sözlerimi bastırmasına izin vermeden, onlara: “Ben sadece sevilenin var olmasının bilinirliğini sevenim. Peki siz sahip olduğunuz güzelliğe alıştığınızda veya geleceği kuşku içermeyen yaşlılığınızda, sevgiliyi ne için seveceksiniz? Hayır, aşındırarak geçen zamana ant olsun, bendeki sevgi ne büyür ne de küçülür!” demiştim


Sonra birbirimize bakınarak geçen bir sessizlik olmuştu da bunu fırsat bilerek onlara şunu söylemiştim: “Size düşündüklerinizden daha güzelini getireyim mi? Beni dinleyecek misiniz?”


İşaret parmağımla göğü göstererek ve sahip olunan bilgiyle böbürlenerek onlara şöyle seslendim:


“Sevgili, hiçbir şey yüzünden veya bir şey karşılığında sevilen değildir! Evet! O, ne güzel bir şeye sahip olduğu, ne de çirkin bir şeye sahip olmadığı için sevilendir; evet yarım elmanın kendisi varlığıyla ve her şeyiyle sevilendir!”


Sevdiğini kendi duyuları için bir menfaat aracı yapanlar, kendilerine söylemimden sonra aralarında bir süre ayrılığa düştüler.


Onlardaki karmaşayı görünce, “Sevgiliyi sadece varlığı için sevme yolunda, aranızdan bana eşlik edecekler kimlerdir?” diye hemcinslerime sordum.


Onlardan ileri gelenler bir gürültüyle cevap verdi, elinin tersiyle bana uzaklaş yaparak: “Seni işittik! Ama gerçekten senin sözlerin, tıpkı onun gibi uzak ve yabancı bize.”


İşte onların misali, duyu organlarıyla keşfedilen yeni bir şeyin, zamanla ne olduğunun bilinmesi ve güzelliğin eski değerinin kalmamasıdır. Oysa yarım elma, varlığı görüntülerle zihne düştükçe, -bilinirliğe duyulan minnetle- kalpleri heyecanlandırandır.


Ayağa kalkarak onlara dedim ki: “Sevgiliyi ‘sadece bilinir olan varlığı’ için gönülden ve karşılıksız sevmedikçe, kime nasıl sevgi duyarsanız duyun, yarım elmanıza asla kavuşamayacaksınız! Bu ne fena bir sonuçtur.


Evet! Bu sizin -arzu ettiğiniz bir güzelliği elde etme bencilliğiniz yüzünden- mahrum olduğunuz mistik bir mutluluktur.” dedim, tehditkâr bir sesle.


Ant olsun ki sana duyulan sevgimde, anlamak ve bunu yaşamak isteyenler için büyük öğreti vardı.
...


Onlardan seni seven bazıları sana şöyle demişti: “Ey mutsuz prenses! Bizlerin içinde bizlerden kopuk durman dikkat çekiyor, sende gün başlarken yüzüne bizim gibi mutlu maske takıp akşam çıkarsana?”


Sende onlara demiştin ki “Birine sevimli görüneyim diye mi yoksa birinden zarar görmeyeyim diye mi bana bu yanlışı öneriyorsunuz?


Evet, aranızda öyle uğursuzlar var ki onlar arkasından atıp tuttukları kişi önünde noksansız övgüler döşer, söylenen her şeyi coşkuyla tasdik eder.


Doğrusu bu bana kolaydır ama sonrasında aynaya bakması benim gibi onuru olana zordur.
Şimdi siz sevimsizliği çoktan tasdik edilmiş bu yanlış yolu mu bana tavsiye edenlersiniz? Hayır! Bu gerçekten çok kötü bir öğüt!


Artık kim söylediğimden başka bir çaba içerisine girerse, bilsin ki ben, o kendi değerlerini ziyan eden kişiden uzak olacağım.


Her kim benim inandığım değerler üzerine yaşarsa, bilsin ki ben, o onurlu kişiye en yakın olacağım.


Ben kalabalıklara konuşurken aslında onların yanında değildim; seninleydim. Sen ise başka yerde diğerleriyle konuşurken aslında onların yanında değildin; benimleydin.


İşte bu, birbirlerinin varlığını sadece O yaparak sevenlerin, hissederek anlayacağıdır.
...


Elbette ben bunları beğenmiştim ama sen sadece ne bunları söylediğin ve ne de inandığını yaşadığın için çok sevilmiştin.


Evet, olumsuzluklara isyan edip de senin gibi kendini soyutlayanlar var ya, onların hiçbiri -yapmayı unuttuklarını yapsalar dahi- senin gibi sevilmeyecektir.


Gerçek şu ki, sen kendi içinde zıtlıklar barındıran iki kişilik ruh dünyanla benzerimsin, sevilen.


İşte o zaman her ikisine de dedim ki “Ey ters yüz olmuş kendi kum saatim! Aynı şeyi, aynı anda hem seven hem de sevmeyen olduğunu bilmeyen miyim?


İşte o zaman her ikisine de dedim ki “Ey tek benlikte iki kişilik yaşayan! Bakmazken gören, suskunken konuşan olduğunu bilmeyen miyim?
...


Hani bir keresinde de sana şöyle seslenmiştim: “Ey bu ıssız çöllerin güzel prensesi! Beni sabahları bir heyecanla ayağa kaldıran ve ardında bir tutkuyla peşinde koşturtan amacım sence ne olabilir?”


O zaman benden -yanımızdaki de merak ettiği halde- cevap alamamıştın.


Bende sana: “Bir zaman sonra cevabı sana vereceğimi bilmen, şimdilik sana yeterli olsun.” demiştim.


Ey varlığı kendi gençliğim olan! Gerçek şu ki; benimle karşılaşmadan önce kendi güç, yetenek ve kudretine inanmak istiyordun, işte şimdi onu benimle ve sevgimle apaçık görmektesin! Sence bu bana yetmeyen mi?”
...


Hatırla ki ben bir zaman önce kendime, içsel yankılarla şöyle seslenmiştim:


“Burada ne benim yıkacağım ne de senin düzelteceğin bir şey yok. Ama azgın ihtirasların birbirini yıkmasını yakından izleyen bulacaksın beni.”


“İstersen paylaşılamayan tahtların kavgasını el ele seyredelim. Yıkımlar olmasa yeni doğuşlara yer kalmaz, ama bu sefer gel yanıma. Korkmadan izle güneşin batışını. Ah! O göğün ve yerin kan kızılına gelişini...


Gel, yanı başıma otur. Ölüm çığlıkları, feryat ve yardım dilekleri bir yandan çınlarken, birlikte yeni bebeklerin doğuşunu seyredelim.


Kötü mü olur, ben kahkahalarla gülerken, belki sen de birilerine dua edersin.”


“Ey benzerliği sevgim, varlığı yarım elmam olan! Buralara özgürlük getirmek bizi bu ıssız çöllerde buluşturan yazgımızdır.


Yoksa başkalarını özgürleştirmeden, özgür olacağını mı sanıyordun?


Hayır, özgürlük isteyen, kendine bir ödül olarak verilen güç, kudret ve sevgisini, başkaları için kullanmayı öğrenmelidir!


İşte sen bunu benimle öğrendiğinde, diğerlerini birlikte bulmak ve kıkırdayarak birbirimize bakıp onları -kendi yeteneklerini göstererek- özgürleştirmek için burayı birlikte terk edeceğiz.”
...


V

Ey varlığı yüzünden çok sevilen! Buradakilerin başına gelecek belalı gün yaklaştı, ancak onlar hala derin bir gaflet içinde yaşıyorlar.


Ne zaman kendilerini uyarsam, onlar bunu, hep akılları başka bir yerde dinlediler. Ardımdan da "Söyledikleri bize uygun değildir, öyle olsa biz bugüne gelemezdik değil mi?" diye gizlice ve alayla konuştular.


Onlara dedim ki: "Ey yanlışı yanlış bilmeyenler! Yaşadığınız bela, yaptıklarınızı farkına varmama cezasıdır. Yanlış size güzel gösterilerek, aslında ateşli krizin devamlı olması sağlanmaktadır!"


"Hayır" dediler, "Şüphesiz sen bunları uyduruyorsun. Böyle değilsen, sen bizden daha zengin olurdun"


Daha önce benzer konuşmaları yaptığım kişilerde aynı şeyleri söylemişti, şimdi ben bunlardan mı ideali bekleyeceğim?


Hayır, sizden önce de adalet, hakkaniyet, eşitlik, özgürlük diyendim. Eğer inanmıyorsanız, beni hakkıyla bilen başka kişilere bir sorun!


Ant olsun, söylediklerimde kendi menfaatlerini önceliklendiren öğütler vardı, ancak beni dinlemediler. Para, şöhret, güç ihtirasları gözlerini kör etmişti.


Genelde yok oluşun hızlandığını gördüklerinden bakarım ki liyakatsiz yöneticiler ve ahmak kalabalık da kaçmaya başlar. Evet, onlar bu işin ehli değillerdi, ahlâka da sahip değillerdi.


O zaman onlara: "Kaçmayın! Tanınmaz hale getirdiğiniz yere -ki bir zamanlar sefahat yurdunuzdu- geriye dönün ki yıkıntılar sizden utansın. Herhalde siz de utanırsınız!" dediğimde "Eyvah! Biz seni dikkate almayarak ne fena şey yapmışız. Gerçekten kötü bir şey yapmışız!" diyecekler.
...


Hani bir zamanlar bana: "İnanmakta olduğun benzerliğe ait sevgin nerden geliyor?" diye sormuştun. Ben ise "Kalbime yemin olsun ki kendimi senin varlığını sever buldum" diye cevap vermiştim.


Sen ise "Doğrusu anlaşılmayı özlemişim. Hissedilen derinlik elbette bana dokunuyor ama buradakilerin seni anlamayıp kınamasından korkuyorum!" demiştin.


Bende sana şöyle cevap vermiştim: "Hayır! Yine de ümidini kaybedenlerden olma! Burada bir şeyi değiştiremezsem bile seni buldum. Şüphesiz tek ödülüm, yarım elmanın varlığını bilmektir"


Bu duyan sen: "Somutlaşan hislere yemin olsun, sen Zorbalar diyarında benzerlerini arayansın. Muhakkak ki sen, en aykırı olansın" demiştin de ben şımarıp keyiflenmiştim.
...


Bazıları yazılanı duyunca "O tavşanı sevgiyle diline doladığını işittik, onun yazdığını bize de okut ki belki içimizden bazıları bunun benzerini yazar" dediler.


Bende onlara: "Benzerliğiyle bana kendini yakın hisseden ve buradan aldığı güçle benimle iletişim cesareti gösterenle kendinizi bir mi tutuyorsunuz? Ne kadar da kötü bir hüküm verdiniz. Bunlar karşılıklı hak edilenlerdir" demiş ve şöyle seslenmiştim: "Eğer bir şey yapacaksanız, kendiniz olun karşımda!"
...


Ey dikkatle okuyan güzel! Yönetim ve ahlak birlikteliğini bir uyumlu sağlayamayan firmaların, yok olup gittiğine şahit olan bu benlik, kendi türünden insanları bir bilinç ve farkındalıkla özgürleştirmek isteyendir. Ki bu, sonraları onlar tarafından da yapılması istenendir.


Hatırlarsan bir zamanlar özgüvenleri kendilerinden alınmış aykırılara şöyle seslenmiştim:
“Ey aykırılar, aranızda geleceğini yaratmak isteyen var mı? Karşıya geçmek istemeyenlerden misiniz? Budalalık yapmayın, ıslanmadan yıkanamazsınız.”


Evet! Çoğunu, kendini bile unutturan çözümsüz bilmeceyle uğraşır bulmuş ve onlara mutsuzlukla şöyle seslenmiştim:


“Ait olmadığınız bu çürümüş ruhların şehrinde ne işiniz var sizin? Sevilecek bir şey bulamadığınız bu yere tükürün ve küfrederek terk edin”.


Çok azı, evet gerçekten çok azı, homurtulara aldırış etmeden emin adımlarla karşıya geçmeye cesaret etmişti. Onlarda kendine şunu söylemişti: “Meğerse kanatlarım varmış!”
...


“Evimden buralara kadar gelmem, sadece sizi benimle alıp gitmek içindi, ey sevilenler!” dediğimde, aykırılar toplu halde bana şunu söylemişti: “Bizler buraları düzeltmek istediğimiz için kaldık yoksa elbette çoktan giderdik. Ama bizler bunu yapmayız!”


Onlara: “Bilirim, bu böyledir! Ama yetenekleriniz olsa da kullanmayı bilmeyenlersiniz. Yoksa siz, mutlaka başarılı olurdunuz da onlar kurtulurdu” demiştim.


Senden önce -değerleri önemsediği için- sıkıntı yaşamayan aykırı ruh hiç görmemiştim ki onlara: “Kirli ruhlarla kendinizi kıyaslamanızı ve yeteneklerinizi bırakıp teslim olmanızı ayıplayanım” demiş olmayayım.


İşte bu yüzden onlara şöyle seslenmiştim: “Yapılanları bilip karşılık vermeme soyluluğunu göstermeniz değil miydi; size göre doğru, bana göre yanlış olan? Hayır, Gerçekten sizi yanlış öğretiler edinmiş buldum!


Bunları söylesem de bazıları “Biz kendi yeteneklerimize ve değerlerimize olan inancımızı yitirdik” demişti. Ben ise “Hayır! Şüpheleriniz engeldir zafere, davranın bakalım!” demiş ve sonrasında onlara şöyle seslenmiştim:


“Ey benim duru ve saf görüntülerim, açık ve net konuşacağım. Kendi yüreğinizin zenginliğinden utanır ve pes etmiş buldum sizi. Hayır, kaçının bu zararlı düşünceden. Üstünlüğünüz size başarı, güç ve neşe getirendir, eksiklik ve zayıflık değil. Başkasını değil, önce kendinizi sevin; kibrinizi esirgemeyin kendinizden!”


Evet! Böyle seslendiğimi sana okutmuştum. Hala inanmayacak mısın?


Senden önce hepsine kendi yeteneklerini büyük bir cesaret ve özgüvenle kullanmalarını öğretmek istedim. Şimdi sen buralardan gidersen, -bilinçli tek başınalık olmayan- özgürlüğü başka yerde mi bulacaksın? Hayır! İnan bana, diğerleri de aykırılığını gördükleri zaman söylediklerine itibar etmeyecekler ve farklılığınla seni yine dillerine dolayacaklar.


Gittiğin yerde suyun başına oturanlar: “Eğer doğru söylüyorsan, başımıza bir olumsuzluk gelmeli değil miydi? Oysa biz buralarda değer görüp sevilenleriz” diyecekler de sen yine kendini anlaşılmaz hissedip bilinçli tek başınalığı seçeceksin. Ve aynı şekilde, onların başlarına gelecek olumsuzlukları böyle öfkeyle görmeyi dileyeceksin.


Ey sevilen duru ruh! Sevgime yemin olsun ki başlarına ufak bir olumsuzluk gelse, -her şeye rağmen- sen yine onlara yardım etmeyi düşüneceksin.


İşte bunlar, sen beni yakından tanımadan senin hakkında bildiklerimdir. Şimdi sen bunları inkâr mı edeceksin?


VI

Bilinirlik,
Sevilenin ruhunu ilk duyuş
Ve artık varlığı anlayış ise
İdrak edilen biricik zenginlik,
Kalbin tek kudreti olan


Sevgidir.
Sevgili nispetinde sevginin
Karşılıksız ve beklentisiz olması ise
Canlanan ve yeniden yaratılan duygunun,
Kişinin ruhuna sinen,
Kalbine işleyen sonsuz değeridir.


Varlığın bilinirliğine duyulan bu değer,
-Olduğu gibi ve her haliyle-
Sevileni örtüp kuşatırken,
Bilinenin değil,
Bilinmeyenin her türlüsüne karşı,
Sevgiliyi sevilen yapandır.


İşte bu yüzden
Zaman ve mekâna ait
Tüm hudutları aşıp geçen
Ve sadece yokluğu yok eden
Bu benzersiz sevgiyle dolu o gönül,
Artık onun varlığını bilmekle,
Ondan bir şey istemeyecek kadar
Coşkulu bir neşe ve sevinç içindedir.


Genelde Sevginin önemli cephesi
Paylaşım ve birliktelik denilse de
-Kesişen veya örtüşmeyen yönleriyle-
Aslında bunlar asıl hisleri yozlaştıran,
Yıpratıp aşındıran unsurlardır.


Muhabbet içeren duyguların temelinde
Benzerliğin bulunması da
Duyguların kuvvetlenmesine,
-Hiç değilse büyük patlama gibi aniden-
Derinleşip genişlemesine sebep olandır.


Evet! Varlığının var olması sevene yetendir.
Ama onunla yaşamak
Ve karşılık beklemeyen bir suretle
Duyguları idare etmek de kolay değildir.


Evet! Benzerlik,
Konuşulmayan, görülmeyenleri
Birlikte hissetmenin ve suskunlukla
İletişim kurmanın yolu olduğunda,
Değil yakınken,
Uzaktayken bile sevgiliye
Yakın ilgi ve sevgi duymamak
Mümkün olmayacaktır.


İşte bu itibarla seven yarım elmasına şöyle seslenir:
Parıltılarla zihne düşen görüntülere yemin olsun!


Kim bunalıp
Senin bilinirliğin karşısında çaresiz kalırsa,
Kendini önceliklendirmeye varmaksızın
Elbette seni sevebilir.


Ne olan bir güzelliğini,
Ne de olmayan bir çirkinliğini övmeden
Ve varlığını O yapmak şartıyla,
Elbette seni sevebilir.


Ama onlar ben değil ki
Seni olduğun gibi
Ve her halinle sevip,
Eksik olmayanı
Varlığıyla bütünlesin!


Evet! Sana duyulan sevgimdir,
Sevgim ise benzerliğimdir!
...


VII

Hani bir keresinde “Kendi değerini bilmeden, beni mi tanımak isteyensin?” demiş ve sonrasında sana mırıldanarak şunları söylemiştim:


“Aynı soydan gelmiş bile olsak -nezaket, sabır ve üstünlüğü öğrenmek uğruna-, ben mutluluğumdan uzaklaşıp sıradan ve sıkıcı bulduklarımın arasında oturanım. Zorbaları çiğneyip geçmekten çok hoşlansam bile günahlarından dolayı suçlamaya gelmediğimi hayretle karşılamalarını görmek ve sevgi irademin esiri yapmak isteyenim. Bayağılığı uysallaştırmak ve güzelleştirmek hem daha zor bir amaç değil mi?”


Devamında derin bir iç çekmiş ve güzel gözlerine bakarak şunları söylemiştim:


“Ey sevgime hükümlü beyaz tavşan, Bunu kendimi denemek ve ne olduğumu öğrenmek için yapanım. Çünkü mutluluk veren olmayan asalet, sadece başkalarıyla ulaşılan bir olgudur, bende. Kendi kendimi yenip yukarı çekerek, yenilmez gücümün sinsi başarılarından uzaklaşıp, canlı canlı gömülmüş acılarla kusursuzluğa ulaşmaya çalışanım.”


Evet, sen bir süre uzakları seyrederek düşünmüş ve sonrasında bana: “Ey kendi varlığı benzerliğim olan! Doğrusu bunlar bana yakın gelendir; ama ben onlar nezdinde sözleri itibar görmeyenken yapıp edeceklerim ne olabilir ki? Hayır, onları kendi hallerine bırakıp değer göreceğim yerlere özgürleşerek gitmek isteyenim!” demiştin.


Ben sana, “Sana bir şey söyleyeyim mi, beni dinleyecek misin?” demiş ve şöyle devam etmiştim: “Eğer bize bir değerin sahibi diye bakanlar, “eğer ideali öğütleyen aykırı böyleyse, biz orada yokuz!” derlerse, biz inandığımız değerlerin fitnesine dönüşürüz. Evet! Biz, istemeden değerlerin dokusunu bozan, insanların ona yaklaşmasını engelleyen bir kişiye dönüşürüz!”


İşte bundan sonra duru ruhuna bakarak şöyle seslenmiştim: “Ey, kirpiklerinde bile yük taşımak istemeyen! Özgürlüğünü kaybettiğin çukurdan, seni bir cesaretle çıkaracak tek şey, başkalarını özgürleştirme emelindir, hani unuttuğun. Bizler, bugün en fazla ihtiyacımız olan şeyi kaybedenlersek, başkalarının onuruyla yaşamasını sağlayacak şartları meydana getirmek için ayakta kalmalıyız. Odağımıza kendimizi değil, -değerlerin çocuğu olarak- insanı merkeze koymalıyız. Bu gerçek olur veya olmaz, bunu bilemem ama tek inandığım, bu mücadele sonrasında ıssız çölleri birlikte ve el ele terk edeceğimizdir!”


Şimdi git ve önüne düşene de ki: “Gerçekten ben, aynı şeyleri yapmaktan bıkıp usanmayanken siz hala neden tükenip, ümidini kesenlersiniz?”


Onlar sana: “Biz seni gerçekten anlamıyoruz. Buradaki olumsuzlukları bizimle görüp yaşayan ve sonrasında bizlerden de mutsuzlukla uzaklaşan değil misin? Gerçekten sen tuhaf birisin!”, dediklerinde sen onlara: “Ben, duyarsızlık içinde olmanızı ayıplayıp, sizin aranızdan sizin yüzünüzden kaçanım. İşte şimdi başıma kaktığınız şey, sizin tutarsızlığınızdan ibarettir!” diyeceksin.


O zaman sana şunu soracaklar: “Seni bir ümit ve keyifle aramıza geri döndüren de nedir?”. Sen ise onlara: “Eğer gerçekten inanmaya meyilli iseniz bilin ki O, değerlerin kendisidir ve ben sizleri onunla özgürleştirmek isteyenim!” diye cevap vereceksin.


İşte o zaman ben, ey sevgili, ellerimi açıp onlara şöyle sesleneceğim: “Aranızda, bizimle buraları barış, huzur ve esenlik yurduna dönüştürmek isteyen var mı?” Sonra da sana bakacağım ve suskunlukla kalbine şunları söyleyeceğim: “Şüphesiz sana duyulan sevgimdir, sevgim ise benzerliğimdir!”


Bize “Siz ikiniz aklınızı yitirmiş olmalısınız!” dediklerinde bizde onlara, “Şikâyet ettiğiniz, talep edip istediğiniz her şey, aslında sizin sebep olduklarınızdır. Bilmez misiniz?” diyeceğiz.


Onlar, “Ey aykırı ruh, eğer bu dediklerini yapacak olursak, yemin ederiz ki bizi burada barındırmazlar. Biz başımıza bir şey gelmesinden korkuyoruz!” dedikleri vakit onlara şunu söyle: “Size getirdiğimiz apaçık sizi özgürleştiren olsa da mı? Korkunuz köleleştiren eceliniz olsa da mı?”


Onlar: “Ey birbirleriyle bütünlenmiş aykırılar! Siz ikiniz sevginizle ilerleyin. Eğer üstün gelirseniz -ki ümidimiz budur- biz de sizin peşinizden geliriz!”


İşte o zaman birbirimizle göz göze geleceğiz, sevgi ve ümit dolu. Bakıp gülümseyeceğim, bakıp gülümseyeceksin!
...


Bir gün bana “Doğru söyleyenlerdensen, haydi bana sevgini göster!” diye sormuştun da bende sana: “Kalbinin apaçık bildiğini şimdi benim anlatmamı mı istiyorsun? O zaman kapat gözlerini ve yüreğinle dinle beni, sevgili” demiş ve şunları fısıldamıştım:


Gün akarken,
Zihnim bazen başka işlerle meşgul oluyor,
Varlığını hatırlamayı unutuyorum.
Ama kalbim hiç bağışlamıyor bunu.


Varlığın,
Başka tüm güzellikleri yadsısın isteyen
Kalbim;
Bana küsüyor, benimle konuşmuyor.


Yıkımımı istemiş olayım,
Sevgiyi başka bir şeyde bulduğumda
Diye seslenirken bana,
Nasıl da utanıyorum onun özleminden,


Varlığı aramızda görüneli,
Sevilecek başka bir şeyi olmayanım
Diye seslenirken bana,
Nasıl da utanıyorum onun sevgisinden!


Evet! Ben gerçekten kendimi,
Seni sever buldum!”


Bunun üzerine sen dedin ki: “Ey sevgisiyle konuşan! Bilinir varlığımı, tüm bilinmezlikleriyle seviyorsun, öyle mi? Anlaşılan o ki sen, en aykırı olansın!” dediğinde ben sana: “Çarpan kalbime ant olsun ki sen bir şey yüzünden ve sayesinde sevilen değilsin!” demiş ve gözlerimle gülümsemiştim.
...


Ey beklentisiz sevgimle karmakarışık olan aykırı ruh! Bedeli ödenmeden elde edilen bir değer yoksa, Özgürlüğün kime ineceğini sana söyleyeyim mi?


Onlar köleleşmeye düşkün herkesi hür yapmak isteyenlerdir. Onlar; yanlışı kanıksanmış bir gerçeklik bilen herkesi, -hem de gözlerinin içine yüreklice bakarak- bir değişime davet edenlerdir!


Ey varlığı sevgim olan dolanık ruh! Ardından gelenlerin seni iyilikle anmalarını isteyensen, bunu böyle yap. Gücünü ve inandığım yeteneklerini korkusuzca kullan!


Unutma! Her dileğin bedeli, kendi cinsinden bir güzel eylemdir!”
...


VIII

Ey kollarını kavuşturup
Bozuk bakan güzellik!
Hâlâ kendini tutsak mı hissediyorsun,
Oysa asıl kızdığın kendin
Ve kendi yazgını zincirlemen değil mi?


Bil ki ey sevgili,
En çok özgürlük isteyenler,
Mutsuzluk verenleri sayıp dökse bile,
Aslında sadece kendinden kaçmayı
En iyi bilenler değil mi?


İşte bunu istediklerinden
En yüce ümitlerin eşsiz kanatlarını
Kendi eliyle kıranlar değil mi?


Ey mutsuz bakış!
Özgür mü olmak istiyorsun,
Kanatlanıp mutluluğa kavuşmak olan?
Hayır! Ben sana:
“Kaçtığın şeye, evet kendine,
İyice yaklaş, aranıza biri girmeden!”
Diyorum oysa.


Bil ki ey sevgili;
Son çare bildiğin aslında bir terk ediştir,
Her neyin varsa bırakıp gitmektir!


Hayır! Safını yanlış tutma sakın!
Mutsuzluktan kaçmak,
Mutluluğa kavuşmak değildir.


Evet, evet! Ben sana:
“Asıl ihmal ettiğin yegâne şey,
Zaman geçirmediğin kendi benliğindir!”
Diyorum oysa.


Hadi! Sana vaaz edilenleri unut da;
Yanaş, sıcacık sarıl kendine,
Sevginle şımart kendini, alabildiğine.


Ey her şeyden sevimli olan!
Kendini mi yaşamak istiyorsun,
Tüm prangalarını kırıp parçalayarak?
Oysa kendini unuttuğunu hatırlatan şey, 
Başkalarını suçlama duygun değil mi?


Ey sevgime dolanık ruh!
Dört bin yandan sarsa da etrafını,
Kaptırdığın özgürlüğün değil,
Herkese dağıtıp durduğun zaman
Ve kendine bırakmadığın öz sevgindir.


Hadi! Sana vaaz edilenleri unut da;
Sev, kucakla kendini
Ve kutsa yalnızlığında kendi benliğini...


IX

Hani bir gün sana sevgimi kıskanan içlerinden birisi, eline aldığı bir taşı diğerlerine alayla göstererek: “Size bu taşı karşılıksız ve beklentisiz seven kişiyi göstereyim mi?” demişti de hepsi uğursuz gülüşmelerle onu tasdik etmişti.


Bende onlara: “Vallahi, elindeki taş bir güzelliği ile menfaatine dokunsun, asıl sen onu sevgili yaparsın!” diye homurdanmış ve ardından şunları söylemiştim:


“Bir beğeni ve geçici hevesle sevdikleriniz, zamanla verdiğiniz değerin azaldığını da görendir, hiç merak etmeyin.


Sevdiğinizi zannettiğiniz kişi, ölümünüze hükmettiği zaman, her şeyin bittiğini size akan gözyaşlarıyla gösterir.


Evet! Her şey taşkınlar yaratan gözyaşlarıyla yıkılınca anlarsınız ki, eğer gerçekten seven olsaydınız, sizi aşağılayıcı bir şekilde terk edip özgürlüğe gitmek istemezdi! Sizin sevginiz yokluğa sebep olandır, bilmez misiniz?


Oysa ben öyle bir şeyi seviyorum ki onun benden kaçıp gitme ihtimali yok. Evet ben, sevgilinin zihnimde ve kalbimde var olan varlığını seviyorum, sadece varlığının bilinirliğini seviyorum”


Sonrasında -anlamayacaklarını bile bile- onlara şöyle seslenmiştim:


Yapayalnız bir çaresizlikle
Dökülenler olmadıkça
Gözyaşları,
Düne ve ilgilisine “elveda!” demek
Ve onlara ait olanları
Damlalarla teslim etmektir.


İşte yarına ağırlık olmasın diye gözden akanlar:
“Büsbütün ilgisiz kaldığınız
Bugünkü varlığıma,
Artık tek mutluluk veren
Yarınlarımdaki yokluğunuz olsun!”
Diyerek gözlerden usulca uzaklaşanlardır.


Evet! Yarına ağırlık olmasın diye akanlar:
Artık bir hayal kırıklığı ve hüzün değil,
Bir kafesten kurtularak
Yemyeşil bir dünyaya özgürlükle damlayan,
Bilinçli sevinç gözyaşlarıdır!


İşte o gün,
“Yokluğum, size ceza olarak yeter!”
Dediğin kişiler;
Ellerini ısırarak şunu söyleyecekler:
“Bizi saptıran tercihlerimize lanet olsun!
Meğerse gözyaşlarıyla akıp giden biz,
Gülümseyerek terk eden O’ymuş!”
...


“Neyi sevdiğini ballandıra ballandıra anlatanları gördün mü?” diye seslenmiş ve parmağınla ayıpladığın hemcinslerimi gizlice bana göstererek: “Şimdi sen, bunlara kendi sevgini mi öğretmek istiyorsun?” diye sormuştun kıkırdayarak.


Bende sana “Çoğunun yola gelmeyeceğini, bilmeyen olabilir miyim?” diye cevap vermiş ve sonrasında gülümseyerek:


“Hayır, hayır! Dileyenin, sevdiğinin ruhuna giden yolu izlemesi dışında, sevgimin konuştukları kimseden bir karşılık beklemez!” diyebilmiş ve böbürlenerek şöyle devam etmiştim:


Sana duyulan sevgimdir, sevgim ise benzerliğimdir!
...


Onlar dudaklarını bükerek: “Bir güzelliği beğenip seven kişi, aslında neyi sevdiğini hakkıyla bilen, değil midir?” diye sormuşlardı da bende onlara: “Hayır! Sevgiliyi bir şey için seven göz, daha güzeli var mı diye etrafa bakmak ister durur!” demiştim.


Onlar: “Hiçbir şeyi, her şeyiyle sevmek de ne demek! Biz senin ne dediğini gerçekten anlamıyoruz!” dediklerinde ise onlara şunu söylemiştim:


Bu ıssız çöllere yemin olsun ki
O, varlığı bilinir olmakla aynı an sevildi.
Bugünden ne az ne de daha fazla!
Neticede hiçbir şey yüzünden sevilmezken,
Kalbim onu her şeyiyle ve bir anda seviverdi.


“İşte sizi böyle tutkuyla konuşturmayan, sevmeye değil sevilmeye muhtaç olan yüreğinizdir. Kavuşmak isteyeceğiniz bir eksikliğiniz olmasaydı, elbette siz de benim gibi çok severdiniz. Bilinen Varlığına yemin olsun, o suyun şekeri eritip kendiyle olması gibi yokluğunda da benimledir. Evet, evet! O hep benimledir, bana ait olmadan!” demiş ve sonrasında şöyle devam etmiştim:


İnsanların insanlarla yaşadıkları,
Kapsayarak aşmak zorunda olduğu
Vesilelerdir ki
Bakalım sevgilinin ruhuna duyulan sevgiyi
Onlar büyütecekler mi?


Gerçek şu ki,
Sevgiliyi “O” bilip varlığını seven:
Ümit dolu yarının güneşini,
Sevgilinin yokluğunda bile
Batıdan doğurur!


Evet! Sevgiyi,
Bir sahiplik duygusuyla yaşayan:
“Gözden ırak olan,
Gönülden de ırak olur” derken;
Sevgiliden hiçbir şey beklemeyen:
“Kalbim bir şey yapmana muhtaç olsaydı,
Zaten sevdiğim olamazdın!” diyecek
Ve olanı olduğu gibi ve her haliyle
Çok sevecektir!


Evet! Ben gerçekten kendimi
Sever buldum!”
...


Ey sevgimin sahibi şirin tavşan!
Senden bir şey istemesin diye getirip
Avucuna bıraktığım kalbim,
Kimselere ortak koşmadığım ise
Hissettiğin sana sevgim olsun!


Sonunda,
Kalbinin mahzeninde esir düşmek,
Ve sevginle zincire vurulmak suretiyle
Akıbetim de
Seninle yok olmak olsun!


Ben bunları demiştim ki sen içinde bir şeyler arıyormuş gibi gözlerime güzelce baktın ve bana usulca şöyle fısıldadın:


“İsterdim ki sevdiğin bir şeyim olsun. Sahiden ben, bana duyduğun sevgiyi kendimden bile kıskanıyorum!”


“Birlikte öğrendik, sevgili” diyerek sözünü kestim ve ellerimle sus işareti yaparak “Evet! Anlaşılmaz gelenleri, anlaşılır kılana ant olsun! Kendi haliyle ve aykırı bir tarzla sevmeyi biz birbirimizden öğrendik. Evet, evet! Bizim en büyük üstünlüğümüz budur!” dedim ve sana sevgimle şöyle seslendim:


Başkalarına anlaşılmaz gelenleri
Bende görmendir;
Beni sana yakın,
Seni bana anlaşılır kılan, sevgili!


Ne ki kendisine,
Sevilenin varlığından başka bir şeyi
Sevgili bulamaz;
Bil ki o kendi yarım elmasıdır,
Meğerki bütünlesin benzerliğini!


Evet! Daha hiç anlatmadıklarımı bile
Sende bulmamdır;
Seni bana yakın,
Beni sana anlaşılır kılan, sevgili!


Sonrasında “Ey, her şeyden çok sevilen aykırı tavşan!” dedim defalarca baktıktan sonra güzel gözlerine ve yutkunarak şöyle devam ettim:


Söyleyeceklerin,
Dinlemeden söyleyeceklerim;
Yapacaklarım,
İşitmeden yapacakların ise
Mazur gör sana sevgimi!


Evet! Sendeki her şeyi,
-Hiçbir şey yüzünden ve sayesinde-
Sevense biricik ruhum,
Mazur gör sevgimi,
Affet sana çarpan yüreğimi!”


Hani ardından sen, “Ey ıslak su kuşu! Açıktan açığa görmedikçe sevgini, peki ben nasıl bileceğim beni sevdiğini?” demiştin de bende sana: “Ey varlığıyla bütünleyip örten! Kalbine oturan sevgimle, duru ruhuna dokunduğumu görmedin mi ki bana bunu soruyorsun? Hayır, sana duyulan sevgime ant olsun, hayır! Ben dokunmayan gözlerle, yüreklere konuşanım, tıpkı senin gibi.” diyebilmiş ve sevgimi suskunlukla yüreğine şöyle bırakmıştım:


Şüphesiz kalbim,
Senin varlığının üzerine,
-Bana benzerliğinden dolayı-
Sevgimi indirendir.


Ama şüphesiz kalbin,
Seni ne kadar çok sevdiğimi
Benden bile daha iyi bilip
Sana söyleyendir!


Bunun üzerine sen düşünüp dururken sana: “Ey sevgimin gerçek sahibi! Sevgisini anlatmak için didinip duranlar var ya işte onlar, sadece dillerine doladıkları bir güzelliği sana seslendirirler.


Ben ise üstünlüğü, bilinir olan varlığına minnet duymakta bulurum” demiş ve şöyle devam etmiştim: “Ey çok sevilen duru güzellik! Kalbine düşen heyecan, zihnine düşen görüntülere yemin olsun ki sevgili sevildiğini çok iyi bilir eğer ki yarım elma olsun!”


Bunu işiten sen: “Ey varlığı mutluluğum olan aykırı panda! Gerçekten sen, senden önce hiç kimsenin ulaşamadığı bir sevgiyle, beni çok sevensin!” demiş ve çiçek açan bir tebessümle bana şunları mırıldanmıştın:


Ey, sinsice içime bakan yürek hırsızı!
Bilmezmiş gibi, çıplak bırakan bakışlar atma içime.
Bil ki alışkınım, bu bakışlara ve yarattığı sıcaklığa.
Anlatmadan beni bana, anlatayım beni sana:


Ey hayatında boşluk olmayanların bile,
Zihinlerine kargaşa yaratmadan sessizce yerleşen!
Gizli ve sessizce değil, en büyük gürültünle gel.
Gel ki artık, o uzaktaki parlak şimşek olmayasın.


Kara fırtına gelecek galiba bile denemeden,
Kopsun ne varsa, yarılsın gökyüzü.
Yağan sen ol, ıslanan ben!


Hem de hiç kimseye vermediğin bir yıkımla gel.
Taşkınlar yarat sevginle, götürsün beni bu diyardan.
Akan sen ol, taşınan ise ben!


Karaya vursun sonunda, kalakalayım yığıntılarla.
Dinlensin ruhum sahilde, bu yeni başlangıç ülkesinde,
Rüyam sen ol, uyanmayan ise ben!


Yeşillenenler varlık bulsun orada, sevginle boy atsın
Ve artık gitmesin istenen, sarmaşık olsun kalsın.
Seven sen ol, sevilen ise ben!


X

Bir gün bana: "Bende bir güzellik mi bulamadın ki benzerliğimi sevensin, ey gizemli sıcaklık!" demiştin, boynunu yana eğip merakla ve güzelce bakıp gülümseyerek.
Bende sana: "Ey varlığı güzelliğin kendisi olan, gerçek şu ki" demiş ve derin bir nefes çekip devam etmiştim: "Şüphesiz sendeki her güzellik sevgimi sınamak için vardır. Ama benim sevgim bunlardan birini isteseydi, o takdirde seni değil, sendeki o güzelliği sevmiş olmaz mıydı? "


Sen yüzümü dokunmayan bakışlarla gizlice severken ben sana: “Ey yarım elmam! Muhakkak ki bir eksikliği bulunan kişi sevilmek ister; o da benim gibi bir güzelliğe sahip olmak istemeyense bilsin ki o sevilen şey, -konuşan ağız ve işiten kulağa ihtiyaç duymayan- benzerliğidir"


Benim bu sözümden dolayı sen neşeyle: “Ey beni kendinden daha çok seven! Gerek herkesin gördüğü gerekse senden başka kimsenin görmediği benliklerime yemin olsun ki beni böyle sevmeni seviyorum!" demiştin, keyifle.


Bende keyiflenen şımarık gözlerle bakarak sana: "Bilir misin, ey ıslatan güneş? Böyle aykırı sevilmekten, sadece benim gibi aykırılar mutlu olur!" demiş ve ardından sevgimle şöyle seslenmiştim:


Ben,
Bir gerekçe bulmadan
Ve bir gayret harcamadan
Seni sevenim!


Sen,
Sevilmeyi dilemeden
Ve nasıl olduğunu bile bilmeden
Beni sevensin!"


İşte anlayanlar için gerçekten bunda, evet benzerliğin yükselten sevgisinde, öğütler vardı. Evet bu! Bu mistik sevgi, insani tecrübeleri aşan olağanüstü bir deneyimdi.
...


Seninle burada yaşayan hem cinslerimden birisi bir gün dedi ki: "Eğer kalbim bu tür bir sevgiyi isteseydi, herhalde bana bunu yaşatırdı. O zaman bu, belki de istenmeyendir!" Bunun üzerine kaşlarım çatık bir ifadeyle, ona şunları söyledim: "Sanıyor musun ki bu aşkın sevgi, içkin arzularla hissedilendir? Hayır! Doğrusu arzularınla olan başarısız imtihanın, benim anlatıp durduğum yüce sevgimden başka bir şey değildir!"


Anlamayan bakışlarla bana baktı bir süre. Suskunluk veren duruşum rahatsız etmiş olacak ki bana bakarak: "Yaşamadığım sence nedir ki bana bunları söyledin?" diye merakla sormuştu da bende ona: " Ey yoksunluk duyduğu sevgiyle titreyip duran! Varlığın bilinirliği zihne ulaştığında, kalbe ise coşku dolu o sevinç düştüğünde, hükmü çoktan kesinleşmiş yazgı sana ulaşır da sen kendini sever bulursun. Beyaz sayfadaki beyaz noktaya yemin olsun ki senin yaşamadığın budur!" demiştim.
...


Hani bir seferinde de bana: “Belli ki aykırı ruhumdan dolayı burada açık bir hedef haline geldim” demiştin de bende sana: “Soylu yürüyüşüne devam et, ey kendi gençliğim. Sendeki benzerliğime yemin olsun ki sonsuza dek yanındayım!” demiştim. Evet sonrasında ışıltılı görüntülerle zihnime düşüp sıcacık hislerle, uzaktan şunları söylemiştin:


Bana burada aykırı prenses diyorlarsa
Bilesin ki bu,
O rahatsızlık verenlere yönelik
Rahatsızlık duygumdan,
Onların rahatsız olmalarıdır.
Evet! İstiyorlar ki;
Mevcut düzeni takdir edip kutsayayım
Ve bende onlara katılıp övgüler döşeyeyim.


Hayır aykırı panda! Hayır!
Sendeki güç, özgüven ve yeteneğe
Yemin olsun ki hayır!
Hiçbir yer yok ki içlerinden birinde,
Arzuladığım o dingin özgürlüğü yaşayayım.
Ama hür olma duygusu
-Aynen bana söylediğin gibi-
Sadece kendi zihnimde yaşananmış!


Evet! Kendimi gerçekleştirerek
Özgürlüğe kavuşmam gerekliymiş!
Sivrisineklerle uğraşmak yerine
Kelebek olup uçmak gerekliymiş!


Ben ise bunları dinledikten sonra sana çok uzaklardan, gülümseyen hislerle şunları söylemiştim:


Tıpkı şu an bulunduğun yerden
Beni kulağınla duymaman bir ‘gerçeklik’,
Dünyanın ise
Duyularımla hissedemediğim bir hızla
Kendi etrafında dönmesi gibi
Beni zihninle işitmen bir “hakikattir!”
Kendini gerçekleştirmek olan
Soylu yürüyüşüne devam et,


Ey kendi gençliğim!
Sendeki benzerliğime yemin olsun ki
Ben sonsuza dek yanındayım!
Bakarsın bu kurak çöl topraklarından
Özgürlüğe kelebek olup da birlikte gideriz.
Benimle gelmez misin?”
...


Onlar sana: "Bize fırsat ver de biz seni sevdiğimizden tamamen başka bir sevgiyle sevelim" dediğinde ben sözü sana bırakmadan araya girmiş ve herkese:


"Sizlere, sevecek kimsenin seveceği kadar bir süre verilmedi mi? Hayır, keşfedilen bir güzellik, her zaman ona atfedilen değer kadar sevilir!" demiştim, ayıplayan bir tutumla dudak bükerek.


Sonrasında senin kocaman gözlerle bana baktığını görünce mahcubiyetle “bizim oralarda böyle derler!” diyebilmiştim de sende uzunca bir süre -hem de bir elinle ağzını kapatıp- kıkırdayıp gülmüştün.


İçimden “Onun yerine konuşmamı sevmedi ama bana değer verdiği için yağmur olup sırılsıklam ıslatmadı, bu çöllerin görkemli güzeli!” diyebilmiştim kısık bir sesle kendime ve eklemiştim: “Benzerliğime ant olsun ki o da aynısını bana yapsa, bende sevmezdim, o sevmediğini!”
...


Bir zamanlar nefes nefese bir heyecanla hem cinslerime demiştim ki: "Siz sevgiyi nasıl tanımladığınızı hiç düşündünüz mü?


Yoksa beğendiğiniz bir şey, sevgilideki bir güzellik mi? Yahut onda bulamadığınız bir çirkinlik var ki siz -onun eşsiz ruhunu değil de- olmayanın yokluğunu seviyorsunuz? Hadi anlatın bana şimdi, neyi sevdiğinizi!


İstemiş olduğum cevabı alamamış olmalıyım ki sonra onlara: "Anladım ki cehalette tahsil yapmışsınız ama müşterisi olmasa da susacak değilim!" demiş ve şöyle devam etmiştim:
"Ey heveslerini sevgi sananlar! Ahmaklık yapmayın, bilmez misiniz bir çocuğa sahip olma arzusu değildir, evlat sevgisi. Evet, varlığına duyulan sonsuz minnettir, her haliyle ve her şeyiyle...


İşte tıpkı bu misal gibi sevgili de sahip olunması dilenen yahut bizi sevsin istenen bir olgu değildir. Var olduğunun bilinmesi, kalplere heyecan olup düşmesi yetendir!" dedim gururla seslenerek.


Evet! Seni görünce duran o kutsal saate yemin olsun ki sen O’sun, hiçbir şeyiyle sevilen!
...


Bir zamanlar çöl halkına da şöyle seslenmiştim, umutsuzca:


"Ey sonlu olanı sonsuz olana tercih edenler! Sevgilinin kendisi dururken niçin onun bir şeyini seviyorsunuz?


Eğer gerçekten dolanık yarım elmanızla karşılaşmak isteyenlerseniz, her şeyden önce duyularla bir güzelliği aramaktan vazgeçmelisiniz ki benzerliğiniz birbirini bulsun. Evet! Kalbimin tek bildiği budur!


Ha, bu arada! Bana sevgimi söyleterek de kendimi övmek zorunda bırakmayın, artık!". Sonra aralarındaki hemcinslerime dönüp: "Hiçbir özelliğini değiştirmesini istemeden -evet onu olduğu gibi ve her haliyle- sevmek, sevgiliyi kendinden daha çok sevmektir!" demiş ve onlara: "Arzularınıza boyun eğmeden, hanginiz sevgiliyi kendisinden daha çok böyle sevebilir?" diye sormuştum, bir elimle işaret edip kendilerini göstererek.


İşte bu onların sevgisini sınayan bir soruydu da onlar sadece: "Ey sevgiyle dolanık aykırı ruhlar! Değil sevginiz, sizin birbirinizi bulma sevinciniz bile bizim beğenilerimizden büyüktür. Siz gerçekten birbirini hiçbir şey için sevenlersiniz!” diyebilmişlerdi.


Bende övgüyü küçümseyen bir baş selamıyla kabul edip senin çiçekler açmış yüzüne bakarak şöyle mırıldanmıştım, tebessümle: “Sana benzerliğim sayesinde ve varlığın yüzünden, açığa çıkan sevgim, senden bir şey istemeyendir, sevgili!


Ama varlığınla tutuşan eşsiz sevgim, benzersiz üstünlüğü ve mutlak büyüklüğünden dolayı, senden başka herkesten takdir bekleyendir, sevgili!


Evet! Sana layık sevgim ve aykırı gururum, işte bunu böyle ister!" demiş ve devamında susarak, kimsenin duymadığı bir dille kalbine şunları bırakmıştım:


Kalbinin en karanlık tenhasına,
Sevgimden başka kimsesi olmadan,
Ve alışılmadık bir cüretle gelmem mi
Karmakarışık yapan seni?
Aramadan karşılaştığın
Kaybetmediğine kavuşmandır sevgili.


En büyük büyüklenmem ise
Sana sevgimdir sevgili!
Güzel gözlerinin en saklı derinine
Sevgimden başka bilinmeyeni olmadan
Ve beklenmedik bir yüreklilikle bakmam mı
Karmakarışık yapan seni?
Yitirmeden bulduğun
Eksik olmayanı tamamlayandır sevgili.


En büyük büyüklenmem ise
Sana sevgimdir sevgili!
...


Hani bir seferinde de onlara şunları söylemiştim:


"Siz hala sevilmeyi isteyerek mi seveceksiniz? Gerçekten sevmeyi bırakıp da önce beğenilmek ve sonrasında da sevilmek için mi bunu yapacaksınız?


Doğrusu sizin yaşadığınız sevgi değil, heves dolu beğenidir, bir güzelliğe sahip olmayı isteyen. Evet! Gerçekten siz sevgi nedir bilmiyorsunuz!”


Ardından mutsuz bakışlarına ve homurdanmalarına aldırmadan şunları söylemiştim: “Ey, Sevileni sevgili yapamayanlar! Söylediklerimin apaçık bir gerçeklik olduğunu bilip idrak ettiğiniz halde sahip olma duygunuzdan ötürü bunu kabul etmiyorsunuz. Bu ne kadar da fena bir hüküm!


Hayır, kalbimde oturan sevgiliye ant olsun ki o hep benimledir, bana ait olmadan...”


Bir gün bana: "Onlar bir benzeri olmayan sevgimi anlayamadılar ama şüphesiz sen hakkıyla bilensin!” demiştim de sende bana "Ben bir şey yapmamışken, konuşan da değilken sevgimi sana bildiren de kim?" diye sormuştun, rengarenk bir tebessümle.


Bende sana: "Dokunan ruhlara yemin olsun ki bana bunları gürültülü bir suskunlukla fısıldayan, benzerliği kendim olan varlığındır!" demiş ve ardından kulağına eğilip sevgiyle şunları fısıldamıştım:


Ey, sevilmeyi bile kendine yakıştıramayan tavşan!
Kara girdabın yutsun beni.
Sana karışarak, seninle yok etsin.


Bil ki, seni sevmelerim,
Kendine duyduğun hoşgörüsüzlüğünden bağımsız:
Ne bildiğim, her güzel olana
Ne de bilmediğim, çirkin bir olmayana
Sende karşılık bulup senle tutuşandır.


Tutkuyla yaktığını, kendinle söndür istediğim...
Ey, sevilmeyi bile kendine sorgu yapan tavşan!
Kara girdabın yutsun beni,
Sana karışarak, seninle yok etsin.


Bil ki, seni sevmelerim,
Duyduğun tüm tanımlamalardan bağımsız:
Ne büyüdüğünü, şimdiden uman
Ne de küçüldüğünü, sonradan bulan
Beyaz sayfada asılı, beyaz bir noktadır.
Arzuyla yazdığımı, kimse görmesin istediğim...


XI

Bir gün içlerinden birisi: “Bırakın, bize büyük sevgisini anlatsın da bizde onun nasıl bir şey olduğunu iyice anlayalım. Bakarsın o, zaten yapıp ettiğimiz bir şeydir!” demişti, hem cinslerim kendi aralarında kıskançlıkla konuşurlarken.


Bunun üzerine ben onlara: “Neyi bilmediğinizi mi merak ediyorsunuz? Gerçekten mi? O zaman bırakın yüreğim konuşsun da sizde artık o müjdelenen eşsiz mutluluğa kavuşasınız!


Ey işiten kulak olmak isteyenler! Sevgilinin bilinirliğine duyulan minnete ant olsun ki söyleyeceklerim, sadece kendi yarım elmasını bulmak isteyenlerin anlayacaklarıdır!” demiştim, küçümsemeyen ama ayıplayan bir ses tonuyla.


Sonrasında ayağa kalkarak onlara şöyle seslenmiştim, sağ elimi yüreğimin üzerine koyarak ve gür bir sesle:


Kalbim size diyor ki:
Ne gözün onda gördüğü bir güzelliktir,
Ne de onun içinde olmadığı bir başka güzelliktir.
Hadi, bulun şimdi neyi sevdiğinizi...


Kalbim size diyor ki:
Ne kulağın ondan duyduğu güzel bir sestir,
Ne de ona dokunmadan işitilen başka bir güzel sestir!
Hadi, bulun şimdi neyi sevdiğinizi...


Kalbim size diyor ki:
Ne bana ait bir şeydir,
Ne de onunla olmayan bir şey benimledir!
Hadi, bulun şimdi neyi sevdiğinizi...


Bunun üzerine aramızda kısa bir sessizlik olmuştu. Ben söylenenleri düşünmelerini fırsat bilip konuşmama devam etmiştim, parmağımla karşıdakileri göstererek ve onlara dik dik bakarak:


“Evet! İşte bunlar, -eşsiz sevgim herkese bir örnek olsun da hiç kimse bundan sonra şüpheye düşmesin isteyen- yüreğimin size buyurduklarıdır!”


Bir elimi havaya kaldırarak bunları söylemiştim de hepsi birbirlerine şaşkınlıkla bakıp durmuştu. Evet! Söylenenlerin hoşlarına gitmediğini, birbirlerinden medet uman o bakışlardan anlardım.


İşte o zaman hiç yerimden kımıldamadan neşeyle gülümsemiş, sonrasında kendimden emin bir duruşla gözlerimi senden ayırmadan ama hem cinslerime seslenerek- şunları söylemiştim:


Coşkuyla köpüren, şımarık dalgaların,
Yorgun iskele ile ihtiraslı kucaklaşmasında,
Sensiz alınan,
Her yosun kokulu, tuzlu nefes,
Soluksuz bırakan hüzündür, sevgili.


Turunçları damlayan rengârenk ağaçların,
Çiçeklerle olan büyüleyici şenliğinde,
Sensiz fark edilen,
Her duru ve kutsal güzellik,
Yaban gözlerle küçümsenendir, sevgili.


Görkemle parlayan, yakıcı güneşin
Kucak dolusu davetkâr sevgisinde,
Sensiz hissedilen,
Her ateşli ve tutku dolu sıcaklık,
Utangaç avuçlarımı üşütendir, sevgili.


Telaşla esen akşam rüzgârlarının,
Şamatacı martılarla olan benzersiz çağrısında,
Sensiz işitilen,
Her ahenkli ezgi ve etkileyici melodi,
Dudak bükülen gürültüdür, sevgili.


Aydınlık sabahlarım dipsiz karanlıklarla dolsun.
Meğerki sevilen yanımda olsun.
Varlığındır eksik olan,
Yokluğun ise yoksunluğum olan…


İşte bunları söyledikten sonra başımı karşımdaki hem cinslerime geri döndürmüş ve ellerimi iki yana açıp onlara yönelerek şöyle seslenmiştim:


“Ey, Agape’yi sevgiliye yüklememi anlamak isteyenler! Arzularının peşinde koşup bir güzelliğe kendisi için sahip olmak isteyenler hariç, benim bu söylediklerim gerçekten seven bir yüreğe ağır gelmez!”


Bundan sonra sana güzelce bakıp suskunlukla kalbine şunları bırakmıştım: “Ey çift kutuplu mıknatıs! Sende benim gibisin, dokunup da ağırlık vermeyenlerden!


Onlara şunu söyle, sevgili: “İçinizden; -sevgilinin yanında beklentisiz uzaklığı, yokluğunda özlem dolu yakınlığı hissederek- yarım elmasına kavuşmak isteyenler için şüphesiz onun anlattıklarında büyük öğreti vardır!”


Onlara şunu da söyle, sevgili: “Yanımda olduğunda -sevgisinden dolayı- bir şey istemeyen gibi bana baktığını görürüm de benden uzakta iken, kavuşmayı dileyen özlem dolu çağrılarını duyarım!”
...


Bir gün bana: Ey, ıslak su kuşu! Ben sana hiç yakın durmazken, beni çoktandır tanıyan da değilken, sana sevgimi bildiren de ne olabilir?” diye sormuştun, aslında bildiğini duymak isteyen bir edayla.


Bende gözlerimi büyütüp sana bakmış ve gelene şaşırmıştım. Başımı iki yana sallayarak sana: “Ey sevgimin sahibi minik tavşan! Söylediklerine bakarsak, birisini sevmek için onu iyice tanımak gerekiyor. Oysaki ben çoktandır tanıyorum, sana benzerliğim olan kendimi!” demiştim, çiçek açmış gözlerle. Bir süre sessizlik olmuştu da sonrasında ben sana şunları demiştim, bir yandan ellerimle oynayarak ve heyecanla gözlerimi kırparak: “Ey kocaman gözlerle içime bakıp bulduğu sevgiye şaşıran tavşan! Kalbim dileseydi başkasını elbette sevgili yapardı, fakat onlar sen değil ki benzerliği sevgim olsun.


Hayır! Kalbinin yalçın uçurumlarından
Kendini boşluğa bırakan sevgime
Yemin olsun ki sen O’sun,


Her şeyiyle çok sevilen
Ellerimi iki yana açarak
Ve uçuşan saçlarla
Sana sevgiyle düşene
Yemin olsun ki sen O’sun,


Hiçbir şeyiyle sevilen!”
...


O gün beni ilk gördüğünde -o çöl fırtınalarının oluşturduğu kum tepesinde- uzaktan şöyle seslenmiştin:


Ey yabancı ve vahşi sıcaklık,
Amacın zaten kurumuş topraklarımı,
Yakıcı sevginle ısıtıp, kavurmaksa;
Uçuşan saçlarına tutun
Ve esen çöl rüzgârımla git.


Yok aradığın;
Yüreğimin en derin karanlıkları içinde
Yalnız ve sadece benimle
El ele oturmaksa;


Ve istediğin;
Sevgimle gelen siyah bulutlar altında,
Yalnız ve sadece benimle
Birlikte ıslanmaksa;


Tek kişilik kapıdan, yalnızlığınla gel!
Sana yağan sevgi yağmurlarımın,
Tek damlası bile tenine dokunup
Bir başkasına akmasın diye


Tek kişilik kapıdan, yalnızlığınla gel.


Bende hiç tereddüt etmeden kalbinin kapısından geçmiş ve sevgi dolu bakışlarla şunları söylemiştim:


İçinde ikimizden başka bir şey bulunmasın diye
Tek kişilik kapıdan yalnızlığımla geçmişsem
Ve tüm belirsizliklerle alay edercesine
En kavurucu ve sıcak çöl gündüzlerinde
Güzel gözlerine bakmak
Ve sırf seninle birlikte olmak için
Çatlayan kurak topraklarda korkusuzca ilerlemişsem;
Bil ki seni sevdiğimdendir sevgili.


İçinde sen olmayan her şeyden uzak olsun diye
Dipsiz karanlıklarda bile gözlerimi kapatmışsam;
Tüm bilinmezliklere meydan okurcasına,
En çetin ve soğuk çöl gecelerinde,
Sıcak ellerinden tutmak
Ve sırf seninle birlikte olmak için
Gelen fırtına bulutlarına küçümseyerek bakmışsam
Ve yağmurlarda duru güzelliğini
Çakan şimşeklerde ise çağrılarını bulmuşsam,
Bil ki seni sevdiğimdendir sevgili.


Eğer seni düşünmek olduysa mutluluk,
Ve her boşluğu dolduransa varlığın,
Bil ki seni sevdiğimdendir sevgili.


Sözlerimi tamamladıktan sonra ben utanarak bir adım geri atmıştım da sen bana: “Ey, en aykırı ruh! Sevgini bana söylemekteki emelin ne ki beni karmakarışık yapıp bir adım geri atansın?” demiştin. İşte o an bende sana:


Bencillik,
Kendini düşünmek değil,
Karşıdakini düşünmemek ise
Güzel gözlerine yüreklice bakarak
Benzersiz sevgimi sana söyleme niyetim:
Sadece bunları bilmeni isteme
Ve dilersen benden uzaklaşma hakkını
Sana vermektir, sevgili!


Evet, evet! Sadece sana
Sevgimden başka bir şeyim olmadan
Benzerliğinle çok sevildiğini söylemek istedim.
Ama çekinen ve gitmek isteyen biri gibi değil,
Buradan kelebek olup birlikte gitmek isteyen gibi!
Benimle gelmez misin?


İşte bunları söyledikten sonra birden başımı sana döndürmüş ve kendinden emin bir tutumla ama sevilenin gözüne bakar gibi usulca: “Bana tavşan gibi bakma, o kocaman güzel gözlerle” diyebilmiştim de sende başını eğip kendi kendine kıkırdayıp gülmüştün, yanımızdakiler görmesin diye.


Sonrasında sana: “Ey, tüm diğer sevgileri varlığına feda ettiğim sevgili! Bilmez misin, sevgi bir kahramanlık ister!” demiş ve sana şunları söylemiştim: “Özgürlüğe olan susuzluğunu sana azmettiren, esaretini sev!


XII

Bir gün ben onlara: "Hakikaten sevgiliyi bırakıp onun -küçük bir parçası olan- güzelliğini mi seviyorsunuz?" demiştim de bunu dinleyen hem cinslerim: "Bize anlatıp durduğun bu şeyde nedir? Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?" demişlerdi.


Bende onlara: “Ya iyice anlattığım halde, arzularınız size, hala bencillikle sevmeyi güzel gösteriyorsa...” demiş ve ardından şunları söylemiştim:


Hayır! Beni,
Büyük sevgimden dolayı
Kınayıp durmayın!
Şüphesiz yüreğim
Sevgiliden bir şey istemiyor ki


Hakikaten varlığını bana
En büyük güzellik yaptı.
Evet! Ben onu olduğu gibi
Ve her haliyle sevmeyi sevdim.


Muhakkak ki ben,
Bunu böyle yaparım!"


Sonra aniden içlerinden birisi parmağıyla beni işaret ederek ve tehditkâr bir ses tonuyla: "Sen mi onlara sevgiliyi değil, ona duyulan sevginizi sevin dedin? Gerçekten biz seni ahmakça konuşan görüyoruz!" demişti. Belli ki çöl halkının ileri gelenlerindendi.


İşte o an içimin bir parçası, buruk bir edayla şunu söyledi:


Sevgideki çılgınlığım mı
Size gülünesi gelen?
Hayır, konuşmalarım
Avuntu veren türküler değildir!


Fazla değil,
Evet az bir zaman önce,
Bende bu yolun yolcusuydum!


Şimdi ise ben,
Ansızın ve her zerresiyle
Kendimi sever buldum!


Anlatmamı hak etmediğinizi ise
Artık zaman fısıldasın kulağınıza!


İçimin diğer parçası ise -kızgın bir güneş gibi bakarak- onlara şöyle seslenmişti:


Aksini imayla tavsiye eden
Uğursuz görüşünün,
Sebeplerini bile sormayı
Lüzumlu görmüyorum!


Evet! Benim inanarak söylediğim
Her şey dediğim gibidir.
Çünkü ben hayatımda,
İnanmadığım bir şeyi söylemedim.


Ben sevgiliyi
Hiçbir şey için seven olarak
Söylüyorum ki
Dediklerimin aksini düşünenler,
Akıllarını başlarına alsınlar:


Benim için güzellik meçhuldür,
Evet! Benim için sadece
Sevgilinin kendisi vardır, sevilen!
Benzerliğime yemin olsun ki
Kalbimdeki sevgi,
Benim için eski bir düşünce değildir.


Kendimi ben,
-Ansızın ve her zerresiyle-
Sever buldum!


Ha! Bu arada unutmadan
Ahmakça konuşan da sizsiniz!
Namusum üzerine söylüyorum,
Bu olayı böyle bırakmam:
İcap ederse bu sevgi dolu kalbim,
Sizi hizaya getirmekten çekinmez.
Temenni ederim ki buna
Mecbur olmayayım!


Değerlere olan saygısından dolayı,
Bilmeyen herkes duru tavşanı,
Uyumlu ve sessiz sanır.
Oysa ben aykırılığını iyi bilirim.
Namusum üzerine söylüyorum,
O da bu olayı böyle bırakmaz:
İcap ederse adalet dolu kalbi,
Yüzünüze bakarak öfkeyle
Doğruyu söylemekten de çekinmez.
Temenni ederim ki buna
Mecbur olmasın!


XIII

Onlar söylediklerimi beğenmediler
Ve sevgiyi bir güzelliği beğenen
Arzularında buldular.


Halbuki bulduğu
Zaten bir aradığı olan kişi,
Bilmediği bir şeyi güzellik yapıp
Onu nasıl sevebilir?


Ant olsun ki bunun zamanla kaybettikleri mutluluğun, ta kendisi olduğunu onlara anlatmıştım. Sonrasında onlara hüzünlü gözlerle bakıp, şunları mırıldanmıştım:


Olanı daha az sevdiğinizi
Veya daha çok sevdiğinizi
Fark ettiğiniz gün,
Bilin ki
O gün hevesiniz değil,
Geçmişinizdir ölen!


Kalbiniz ise
Ümitli gelecekle özgürleşen!
Şimdi var mı aranızda,
Bunu yaşamayan?


Ben bunu sormuştum ki içlerinden birisi öne çıkarak: “Kalbimiz bize bu sevgiyi yaşatmadıkça, sana asla inanmayacağız” demişti de bende ona şunu söylemiştim, en gururlu halimle:


Hayır! Daha önce
Nicelerini görüp beğendiğim halde
Şimdi tavşanın
Neyini sevdiğimi,
Neyini sevmediğimi
Sayıp dökemem size.


Evet! Onun bir şeyini,
Bir şey için sevmeyenim.
Şimdi bulun neyi sevdiğimi!
Evet! Onun her şeyini
Her şeyiyle sevenim.
Şimdi bulun neyi sevdiğimi!
Ona ait olmayanları bile
Onunla olmadığı için sevenim!
...


Ey yarım elmam!
Bir gün beni senden sorarlarsa onlara de ki:
Bana ondan hiçbir şey gelmez ki
Onu kendimde bulmadan seveyim!


Ey yarım elmam!
O gün onlara şunu da söyle:
Ne içteki ne de öteki,
Benden kendine bir şey istedi.
Halbuki ben kendimden bile
Bir şey isteyendim!


Ey yarım elmam!
O gün onlara şunu da söyle:
Diğerlerine uyumlu gözüktüğümde
Bana sevilensin dediler de
Bir ihtiyaçları karşılanmayınca
-bencilliklerinden dolayı-
Uğursuzluğu bana yordular.


Oysa O,
Beni bazı hallerimle değil,
Her halimi ben olduğu için sevdi!


Oysa O,
Aykırı sevgisini
-Bir karşılık bulmak için değil-
Bana bırakıp gitmek için sevdi!
...


XIV

Hani bir seferinde bana güzelce bakıp: "Ey benzerini seven su kuşu! Kendisinin olsun isteyerek, sadece kendi için sevenlere, şimdi sen karşılıksız sevmeyi mi öğreteceksin? Gerçekten mi? Anlaşılan o ki, sen buralarda kendinden başka beni seven istemiyorsun" demiş ve bir süre kıkırdayıp gülmüştün.


Bende sana: "Senin sevgim kalbime, sadece seni hakkıyla sevmeyi bana öğretmek için inmiş olmalı" demiştim de sende bana gülümseyerek: "İşte şimdi, gerçekten bir seven gibi konuştun!" demiş ve şunları bana fısıldamıştın:


Kim var ki
Bulduğu güzelliklerle
Beni senden daha çok sevsin,


Üzüleyim o zaman
Seni yarım elma yapmayan
Benzerliğime!


İşte tam ben bunları dinlemiştim ki sen birden ayağa kalktın ve etraftaki kalabalığa gür ve kendinden emin bir sesle şöyle seslendin:


Sahiden seven için
Sevilenin sevilesi bir güzelliği yoktur.


Tam da dediği gibi,
Gönlü sevinçle dolu olan için
Sadece sevgilinin kendisi vardır,
Çok sevilen!


Sonra usulca başını bana döndürdün ve güzel gözlerini, gözlerimden kaçırmadan ama diğerlerine seslenerek şöyle devam ettin:


Beni sevmek için
Bende değerli olan
Bir şey mi arıyor
Üzerimde gözleriniz?


Oysa bilirim ki;
Sizin gibi arzularıyla sevenler
Bende güzel buldukları birçok şeye
Benden daha çok değer verirler!


Sizlerde iyi biliniz ki;
Bugün arzuyla sevilen
Bende neyiniz varsa
Hepsini onun sevgisiyle yok ettim!


Sizlerde iyi biliniz ki;
Benimle paylaşmak istediğiniz
Her ne güzelliğiniz varsa
Bana duyduğu eşsiz sevgisiyle
Hepsini paramparça ettim!


Evet, ben bunları şaşkınlıkla senden dinlemiştim. Seven bir gülümsemeyle baktım bir süre, senin o güzel yüzüne. Kuru bir öksürükle boğazımı temizledim, sonra yutkunup konuşmaya başladım:


"Ey, her şeyden çok sevilen yarım elmam! Bugün sana sevgimden bir şeyler saçıyorsam ne buna saygı duyulsun ne de bir iltifat gösterilsin diyedir. Hayır! Sadece sevgimi sana söyleyip, -seni rahatsız etmeden- seninle yalnızlığıma gitmek istedim.


Hayır! Duru ruhuna ant olsun, hayır! Buraya sevilmeyi istemek için de gelmedim. Büyük sevgimi sana söyleyip, -seni rahatsız etmeden- sevginle yalnızlığıma gitmek istedim!"


İşte bu sırada öyle bir şey oldu ki tavşanın birden yüreği buruldu, yüzü düştü. Belli ki canı sıkılmıştı. Bir süre sessizlikten sonra kaçamak bakışlarla süzdü. Ne demek istediğini bilmez bir şekilde, alt dudağını hafifçe ısırarak bakındı.


Bir adım öne atarak heyecanla: "Ey, ay yüzlüm, bilmez misin yalnızlığım bile sensin?" dedim ve sonrasında ona şöyle seslendim:


Bakma gözlerimin içine öyle!
Bir gezgin gibi yalnız dolaşana, bana:
Geç gelen ve erken gidenmiş gibi


Bakma, sevgili!
Yalnız kalmak değil,
Kendinle olmak olan yalnızlık,
Bilirim sana
Sensiz olmakla bir gelendir.


Ama aksine;
Sen olmayanın,
Sevgili olamadığı yalnızlığımda
Güzel hayaline hep tutkuyla
Sarılanlardanım.


Sana kavuştuğu günü kutsal bilerek,
Yalnızlığında sana kaçana,
Yanlış bir şey yapmış gibi bakma, sevgili.


Sensiz olmak değil,
Birlikte olmak olan sensizlik,
Bilirim sana,
Yalnız bırakmakla bir gelendir.


Ama aksine;
Sana sevgimle yalnız kalıp yok olmayı,
Başkaları ile yaşamaya yeğ tutanlardanım.


Hadi artık, yüzüme bak sevgili!
Dokunmayan bakışlarınla cezalandırma beni.
Kendimi, senden daha az sevmesem;
Yüksekliği kadar derin olan yalnızlığımda,
Katlanılmaz olan bu sensizliği,
Yoksa nasıl yaşayabilirdim?


XV

Ey varlığı güneşim olan güzel tavşan! Onların sana olan geçici sevgisini görmedin mi? Hani, bir gün sana, “Bana bir fırsat daha ver de bende seni hakkıyla seveyim!” demişti de sen ona: “Ya karşılıksız seveceğin halde benden bir beklentiye girecek olursan” demiştin.


O da sana: “İşte o zaman seni değil, kendimi sevmiş olurum” demişti. Ama yine de bencilliği üstün gelmiş ve seni kendisi için sevdiğini, doğanı değiştirmeye yönelten istekleriyle göstermişti.


Sende ona gözyaşlarıyla “Sırf arzularınıza dayanak olan hevesiniz uğruna, beni bırakıp bendeki bir güzelliği sevdiniz. Bugünden sonra kiminiz kiminizi suçlasın, kiminiz kiminizi desteklesin. Beni sizden uzak yapan yokluğum, size ceza olarak yeter!” demiştin.


İşte ben tam bu sırada, “Bilinen varlığına minnet duymak, bana sevgi olarak yeter!” diye çıkıp gelmiştim de onlar bana: “Ne! Sevgin, sevda mı senin?” diyerek kötü kötü bakmışlardı. Şüphesiz bu yarım elmasını bulmak isteyenlerin anlayacağıydı.


İşte bu, zihinlere her düştüğünde -evet her seferinde- dolanık karşıt parçasına kavuşmayı müjdeleyen büyük bir sevgiydi. Eksik olmayanı tamamlayan, bütünleyip yekpare yapandı.
O zaman onlara: “Ben ona duyduğum sevgiye karşılık, kalbimdeki sevgimden başka bir şey istemeyenim. Şüphesiz ona duyduğum sevgimdir, sevgim ise benzerliğimdir!” demiştim, en gururlu gözlerle yüzlerine bakarak


Evet, o zaman onlara: “Sevgiliyi O bilip her şeyiyle seven bir kimse için başkalarında daha güzel olan bir üstünlük yoktur ki ona sevgi duyulsun. Hayır! Sevilen yarım elmaya yemin olsun! Onda olmayan her bir güzellik, zaten olmaması gereken bir çirkinliktir!” demiştim, küçümseyen bir ifadeyle ve şöyle devam etmiştim:


Konuşmadan,
Konuşmaktan yorulan kalbimize
Ant olsun!


Seni bana, beni sana sevgili yapan:
Kendimizi karşımızda bulmamızdır!


Bir gün bana demiştin ki: “Bana kendinden haberler de getirsene. Sen gerçekten merak edilensin!”. Bende sana: “İyi bil ki sevgili, söyleyeceklerim zaten kalbinin bildiklerindir” demiştim de sende bana: “Ey aykırı panda, İstersen bunu bana bırak!” demiştin, hınzır bakışlarla.


“Pekâlâ” demiş ve uzaklara bakarak sana şöyle seslenmiştim:


Sanırsın ki
Bir gezgin gibi dolaşan
Uğradığı her yurtta
Kendine sevecek bir ruh bulur.


Hayır sevgili, hayır!
Bir boşluğum yok ki,
Ruhum üşümesin diye
Birisinin varlığına ihtiyaç duyayım.


Hayır, milyon kere hayır!
Kendime duyduğum sevgide
Hiç eksik yok ki
Birisi bana onu arzuyla unutursun.


Ola ki kalbim,
İçlerinden birisine sevgi duydu.
İşte O,
Başkası olmak için çaba harcamadan
-Yaptıklarım ve yapamadıklarımla-
Kendi benzerliğim olan
Sensin, sevgili!


Benzerliğime ant olsun!
Sahip olmadıklarıyla bile
Eksiksiz bulduğum
Sadece sensin, sevgili!


Hani bir seferinde “Yükselmek isteyen ağırlıklarını bırakmalıdır ve muhakkak ben bunu yaparım!” demiştin.


Bende sana: “Şüphesiz bu, bencil arzuları yüzünden seni kendileri için sevenleri, yoksunluğa bırakıp üşüten, ıssız bir terk ediştir. Bu ne yıkıcı bir kayıptır, eğer benim olsun diye severlerseniz!” demiştim, usulca.


Benim sevgim,
Seni sevmekten ibaret değildir.


Hakikaten benim sevgim,
Seninle her şeyi sevmektir!


Olanları seninle,
Olmayanları ise
-Yokluğuna rağmen-
Sensiz diye sevmektir.


İşte bunlar
Varlığıyla tamamlayan,
Tamamladığıyla bütünleyen,
Bütünlediği yarım elmasıyla,
Dışındaki her şeyi
Önemsiz kılıp yok eden
Sevgimizdir!


Ey ışıldayan deniz kulesi!
Sevilme konusunda en talepkâr olanların,
En sevgisiz kalpler olduğunu görürsün de
Bunaltan istekleriyle ufalanıp tükenirsin.


Oysa ben seni öyle çok seviyorum ki
Tüm varlıklar senin etrafında hizalanır.


İşte ben seni böyle severim!
Evet! Var olan herhangi bir şey,
Sana sevgimden dolayı
Seninle güzeldir.


İşte ben seni böyle severim!
Ormanlar daha yeşil,
Gökyüzü daha mavi
Parıldayan güneş daha sarı


Evet! Aldığım her nefes,
Hatta verdiğim her soluk
Sana sevgimden dolayı
Seninle güzeldir!


İşte ben seni böyle severim!
Adanmışlığı varlığın olan Sevgim,
Hiçbir şey yapmana muhtaç olmadığı için
Kaybedilme korkusu olmaksızın
Ne zamanla yaşlanır ne de yorulur.
Nazlanarak sevgi dilenmediği için
Ne zamanla kaybolur ne de eksilip tükenir.


İşte biz
Öyle kimseleriz ki
Ben seni karşılıksız severim,
Sen ise istenmediği halde
Beni karşılıksız seversin!


İşte ben bunları sana söylemiştim. Sen dalgın dalgın uzaklara bakıp: “Yoksa bizim birbirimizi çok sevmemizi mi kıskanıyorlar?” demiştin. Ben ise sana: “Şüphesiz biz onlara -yarım elmaya kavuşmalarıyla gelen- bu mistik keyif ve eşsiz mutluluğu müjdeleyenleriz!” demiştim. Belli ki sana makul gelmişti ki başını bana çevirip güzelce bakmış ve ardından şunları söylemiştin: “Ey Göğe yükselen yağmur! Hissettiğim sevgim olmasaydı, muhakkak ki bende sana inanmazdım!”


Bende sana: “Eğer arzularına boyun eğmeseler ve sevilme ihtiyacından sakınsalardı, muhakkak onlarda kendi yarım elmalarının sesini duyardı. Tıpkı benim ve senin gibi!” demiş ve sen bir şeyler söylemeden şunları eklemiştim: “Eğer bunu yapamazsanız, o halde siz sevgiliyi değil, asıl kendinizi kandırmış oluyorsunuz. Arzularınız yüzünden beğeniniz, sizlerin yüreğine ‘yaşanan sevgidir!’ diyerek gizlice sokulmuş!”


Sonrasında ben sana: “Yoksa, sanki ben senden bir şey istiyorum da karşılık verememenin ağırlığını mı yaşıyorsun? Yahut beklentisiz sevgim sana ağırlık veriyor da kendini borçlu mu hissediyorsun?” diye sormuştum.


Sende bana: “Senin varlığın ve sıcacık sevgin imdadıma yetişmeseydi, ben mutlaka burada kendimi kınayarak anlaşılmaz kabul edecektim. Hayır, bu sıcak kumlara yemin olsun! Sen bu ıssız çölleri sevginle vahaya çevirensin, bana benzerliğinle aykırı olmayı da sevdirensin” demiştin.


Bende sevgiyle gülümseyerek sana: “Ey duru ruh! Bir zamanlar kurak olan bu toprakları sulayan kuşkusuz sevgimizdir. Evet! Sevgi göğümüz yarıldı ve kalbimiz gerekeni yaptı! Evet, evet! Biz kendimizi sever bulduk!”


XVI

Hani bir seferinde bana: "Sana meyilli tüm diğer güzelliklerden seni alıkoyan ve kalbini bana yönelten de nedir?" demiştin de bende sana: "Ey meraklı gözlerle yüzümde sevgimi arayan tavşan! Şüphesiz kalbim, kendine yakın yapan benzerliğini, tek güzellik bilendir" diyebilmiştim. Ardından sana güzelce bakıp sevgiyle kulağına şunları fısıldamıştım:


Seni sevdiysem eğer,
Artık hiçbir ihtiyacı kalmayan ben,
Herkesin ihtiyacı ise sana sevgim olmuştur.


Solumaya doyulmayan temiz bir nefes gibi...
Seni sevdiysem eğer,
Artık küçülüp yok olmak isteyen ben,
Ölümsüzlüğe büyüyen ise sana sevgim olmuştur.


Enerjiye dönüşen maddenin ortadan kaybolması gibi...


Bir şeyler ararmışçasına gözlerime bakarak sen: "Demek ki bulduğun ben değil, kendi benzerin senin! Bendeki her şeyi sever olduğu halde..." demiştin yan yan ve bozuk bakarak.


Bende utanan gözlerle sana: "Ey varlığı yaşam sevincim olan! Ne diyorsun sen öyle, ben sensiz buraları terk etmek istemeyenim. Ama sen istersen; sensiz her yere, hatta soğuk ve karanlık yalnızlığa bile sevgimi meşale yaparak, yalınayak yürür giderim. Evet, bilmez misin? En büyük yiğitliğim, seni karşılıksız sevmektir benim!" demiştim ve sonrasında gözlerimi yere indirip usulca:


"Ey sevgimin sahibi! Başıma gelen, çiçek açan tomurcukların sevincidir. Kelebek olup gelmeni bekleyen..."


İşte sen bunları dinledikten sonra yüzünde gülücükler açarak bana: “Ey, beni ben diye seven! Böyle konuşmasan, neredeyse kendimin sevilecek bir şeyi olmadığını düşünecektim, aykırı bir mutsuzlukla. Oysa ben sevilmediğimi duymaktan usanmış bir haldeyken, şimdi herkese ‘benim bir şeyimi sevmemesini sevenim!’ diyenim” demiştin de ben sana böbürlenerek:


"Aksine, görkemli güzel, ben onların yapmacık sevgilerini de komik sevgisizliklerini de senden uzak tutmak için gelenim. Sahiden hepsinin sende bulduğu aykırı farklılığı, duru benzerim diye sevenim" demiştim.


Sen tam bir şeyler söyleyecektin ki bir elimle sus işareti yaparak sana seslendim: "Evet! Seni ansızın kuşatıp sarmalayıveren kusursuz sevgimdir. İşte bana duyulan öfke de bu yüzdendir!" demiş ve gururlu olduğu her halinden belli sevimli bir tebessümle şöyle devam etmiştim:


Ve seni sevmeyenlerden bazıları -aslında seni kıskanıp arkalarını dönmüşlerdi sadece-: "Uyumsuzluğudur tek sıra dışı olan!" dediler.


Ve seni sevmeyen kimileri ise -aslında kendilerine övgülerle saygınlık duymanı dileyenlerdi sadece-: "Bizlerden uzak duran isyankâr bir asidir!" dediler.


Ve içlerinden seni sevenler ise -aslında sendeki güzelliğe sahip olmak isteyenlerdi sadece-: "Zıplayıp kaybolması onun elde edilesi ateşli kibridir!" dediler.


İşte tam bu sırada ben karşına sevgimden başka bir şeyi olmadan ve korkusuz bir kaybedişle ansızın dikilip, güzel gözlerine yüreklice bakarak şunları söylemiştim:


Sana bir şey söyleyeyim mi?
Dinleyecek misin?
Getirdiğim şey, sana sevgimdir.
Ama kim gerçek sevense,
Sadece onun anlayacağı…
...
Ne mi yapmış olanlardansın?
Yapmadın!
Sevgim bir şey yapmana muhtaç olsaydı,
Kalbim, seni zaten sevgili yapamazdı.
Unuttuğun şey işte bu.
Nasıl sen bunu unuttuysan,
Ben o kadar iyi bilenim.
...
Beklentisiz seven
Bir şey beklemeyen olmalı, değil miydi?
İşte ben böyle sevenim!
Şimdi sen -hem de göz göre göre-,
Sevgimi bilinir kılmamı mı sorgulayansın?
Gerçek; karşılıksız sevilensin!
Bu kadar.
Ben yapacak olsam, böyle yapanım.
...
Gerçeği mi getirenlerdenim?
Bırak yüreğim konuşsun, eğer bir şey yapacaksam.
Doğrusu; beklentisiz sevilensin!
Suskunlukla bile sevgi vermen istenmeyen.
Bilmez misin?
Görkemli güzelliğinle,
Dikkatleri çekmiş olabilirsin.
Ama daha önce, böyle gelenin olmaması,
Seni düşündürmez mi?
İşte bende sana, bunu böyle soranım.
...
Karşısında durduğun hüküm ne?
Hayır, bana haksızlık etme.
Sende bilirsin ki, sevgi damlayandır kalp kovasına,
Sesini senle dinlemek istediğim.
Duymadın mı, daha önceleri bazı konuşmalarımı?
Görmedin mi, daha önceleri bazı bakışlarımı?
Beni, bunu daha önceleri yapan bulan, değil misin?
Nihayet, kovadan dökülendir şimdi söylediklerim.
...
Ha, ha! Gücüm yetmez mi buna?
Sendeki dağınık rüzgârlara...
Hayır, çok sevilensin.
Çoktan sevgimin içine girdin bile,
Bırak sarmalasın ve örtsün seni.
...
Bundan daha güzel haber vereyim mi?
Beni dinleyecek misin?
Bunu, ben yaşayamazdım,
Meğerki sen gerçekten sevilen olmasaydın.


XVII

İyice yaklaştı tavşan, inceler gibi heybetli dağı...
Bazen karlı, bazen yağışlı rüzgârlı...
Bazen yemyeşil bir sevinç gibi eteklerine kadar çiçeklerle kaplı...
Heybetinden beklenmeyecek, hayranlık uyandıran bir zarafetle karşılardı her mevsimi.


Tavşan ise öyle kocaman açardı ki gözlerini ona bakarken. Öyle ki kirpikleri yel estirirdi dağın eteklerinde. Bakmazdı hiç küçük haline. Gidip saklanacağına inine, heyecanla zıplayarak kavuşurdu dağına. Hele tepesi güneşli, etekleri çiçekli bir günse... Bir günde dört mevsim yaşayan heybetli dağın eteklerinde dinlenmeyi ise kadifemsi bir mutluluk bilirdi.


Hani bir gün uzaktan yağıp gürlediğini görmüştü de aykırılığın şanındandır deyip, kaçıp gitmesi gerekirken daha bir tırmanası gelmişti. Hem o dağın başı bin dertte, dört mevsim de olsa yine dinlerdi her derdi. Kendi tepesinde esip gürleyen mevsimler bile olsa dingin bir baharı müjdelerdi herkese.


Hele bir de tavşan rüzgarlardan yorulup sığınırsa dağa; "En güzel çiçekler açınca baharda, sen yine buralarda koş oyna, aldırma." derdi tavşana.


"En güzel çiçekler açınca buralarda olur muyum acaba" diye düşündü tavşan.


Olmak istedi.
Mevsimlere direnmek. Dağında dinlenmek...


Sonra karar verdi. "Bir gün bu dağın eteklerinde tavşan olamazsam eğer, belki kelebek olup konarım bana müjdelenmiş o en güzel çiçeklere... Ve söylerim acaba bu sefer pes ettim mi diye bakan asil ve endişeli yüze;


-"Merak etme dağım, "Florebo quocumque ferar.."
  • LinkedIn
bottom of page