
İçsel Yankılar (Giriş)
- Ergün Gültekin
- 14 saat önce
- 3 dakikada okunur
Onlar, benim içsel yankılarımdı — zihin, duygu ve ruh dünyamın aynı halkada birleştiği üç çelişmez zıtlıktı içimde.
Evet! Farklı yolları yürüyen ama bir benlikte çelişmeden konuşabilen; doğru, iyi ve güzeli kendi dillerinde arayan, üç aykırı benliğimdi.
E1, aklın yolu üzerinde yürüyen yalnız bir yolcuydu. Onun adımları, duyguların yumuşak topraklarından değil, düşüncenin sert taşlarından geçerek ilerlerdi. Doğruyu mantıkla arardı, ama bu arayışta rehberi hisler değil; somut veri ve berrak gerçeklik olurdu. Çünkü onun için yaşam, ancak hakikate yaslanırsa ayakta durabilirdi.
Adalet onda bir vicdan çırpınışı değil, varoluşun temel taşıydı. Ona göre doğruluk, kalbin eğiliminden değil, aklın ölçüsünden doğmalıydı. Fayda vermeyen iyilik, körlüğün başka bir biçimiydi onun gözünde; çünkü bazen merhamet bile gerçeği perdeleyen bir sis olurdu.
Eylemleri, anlamsız bir çabanın değil; sonuç veren bir düşüncenin meyvesi olmalıydı. Zihni epistemolojiyle yoğrulmuştu, ama bu bilgi kuru bir yığın değil; varoluşun içinden geçmiş bir tecrübeydi. Duru ve keskin bir gerçeklik duygusuyla yaşardı. Sözleri derindi ama taş gibi yerli yerinde dururdu. Ve bazen şöyle derdi:
“Dünya, doğru olan sayesinde yıkılmaz. Ama o doğruluk, sevginin bile çözüm olamadığı anlarda gerçek gücünü kanıtlar.”
...
E2, kalbin içinden yürüyerek gelmişti. Onun içimdeki varlığı, ilkelerin değil, değerlerin şekillendirdiği bir hayattı. Her sözü bir iyilik taşırdı içinde; her bakışı bir yaraya dokunurdu. O, insanı yalnız doğruluğuyla değil, zaaflarıyla birlikte sevmeye çalışırdı. Çünkü ona göre gerçek iyilik, sadece parlayanların değil, solanların da elinden tutmayı bilmekti.
Doğru olmak yetmezdi onun için; önemli olan, doğruyu iyiyle buluşturabilmekti. Sevgiyle başlardı her yolculuğu, ama bu sevgi sadece bir başlangıçtı—merhametle derinleşirdi, sabırla olgunlaşırdı. Hata karşısında cezayı değil, affetmeyi seçerdi. Çünkü ona göre, bir kalp, sadece sevildiğinde iyileşmeyi öğrenirdi. Ve bazen şöyle derdi:
"Susuzluğun merhamet olsun!"
Onun felsefesi, davranışın arkasındaki niyetin izini sürerdi. Yasaya değil, şefkate kulak verirdi. İyilik ona göre kusursuzluk değil, her sabah yeniden edilen bir niyetti—kırıklar içinde yeşermeyi seçen bir çabaydı.
Onun dünyası etiyoloji ve etik değerler üzerine kuruluydu. Evet! Madde yerine manaya, reel yerine ideale meylederdi. İşte bu yüzden bazen şöyle derdi:
"Ey büyüklenen, bilmez misin? Utanmazları utandıran sadece sevgidir!"
...
P, sessizce konuşurdu ama söyledikleri içimizde uzun süre yankılanırdı. Ne doğruya bağlanırdı, ne de sadece iyiye yönelirdi—çünkü onun yolu anlamın, güzelliğin ve hikmetin iç içe geçtiği bir düşünceden geçerdi. O, davranışın biçiminden çok; ahengine, süreçteki berraklığa bakardı. Güzelliği sadece görünüşte değil; isabette, dengede ve içsel tutarlılıkta arardı.
Evet! P için hayat, sonuca ulaşmakla değil, yolda kalırken gösterilen istikametle değer kazanırdı. Yürümek değil, yönünü koruyarak yürümekti onun ölçüsü. Basiret, onun pusulasıyken; İstikrar, onun içsel yolculuğunun temeliydi. Zamanla savrulmaz; manayla derinleşirdi.
P’nin dünyası, sofiolojiyle — yani bilgelik felsefesiyle örülmüştü. Onun düşüncesi, yaşamın anlamını sadece sorgulamaz; varlığın yönünü hikmetle kavramaya çalışırdı. Bu yüzden söyledikleri, fısıltı kadar hafif ama dağ kadar ağırdı.
Onun sesi bazen bir ümit, bazen ise içimize tutulmuş bir ayna olurdu. Ama bu ümit, saf ya da hayalci değil; iyimserlikten doğan bir derinlikti—yaşanmış, sınanmış ve geleceğe karşı dürüst kalabilmiş bir umut. Ve bazen fısıltıyla öğretirdi:
“Güneşi beklemeden yürüyenler, karanlığa bile umut eker!”
Neşeliydi ama bu yaşam enerjisi yüzeysel bir sevinç değil; içinden geçtiği fırtınalara rağmen gülümseyebilen bir ruhun direnciydi. Tıpkı bir tırtılın kelebek olacağını bilmesi gibi geleceğe umutla bakardı—ama bu umut, saf bir hayalden değil; ahlaki sorumlulukla örülmüş bir istikametten doğardı. Ve bazen, ateşin yanına eğilip usulca söylerdi:
“Güzel olan, ne bildiğindir, ne hissettiğindir—güzel olan, neyin ardında dimdik durduğundur.”
...
Ve o an, onlara dışarıdan bakmadığımı fark ettim. Artık onları gözlemlemiyor, yaşıyordum. Her biri yalnızca bir yönüm değil; içimdeki tamamlanmamış cümlelerin sesiydi. Düşüncemi yoğuran akıl, kalbimi yumuşatan merhamet ve varlığımı ileriye taşıyan hikmet... Üçü de bir bütündü—biri eksik kalsa, ben yarım kalırdım.
Beni ben yapan, onların ayrılığı değil; çelişmeden konuşabiliyor olmalarıydı. Artık susmamalıydım, çünkü onların sesi ancak benden yankılandığında bütüne varacaktı. Bu yüzden içimden ama bütün benliğimle seslendim onlara:
Ey zihin, benliğim ve kardeşler!
Yürünmekte olduğunuz yolda yalnızsınız; tutun ellerinizden, farklılıklarınız ise renginiz olsun. Yoksa arzularınız ayrı bir yerlere mi götürsün isteyenlerdensiniz? Sekerek dağılan topları mı toplatacaksınız bana?
Geceyi emmiş soğuk duvarlar gibi, dokunmak istemiyor musunuz yoksa birbirinize? Bilin ki yorgunluk veren bu artık. Sevin kimseye gerçek gelmeyen gerçeği, var olan bilinmeyeni.
Hayır, size yetmeyeni istemeyin benden.
22 Mayıs 2025
Ataşehir, İstanbul
コメント