
İçsel Yankılar (Yeni Bölüm #1)
- Ergün Gültekin

- 20 Nis
- 4 dakikada okunur
Dağların göğsüne yaslanmış uzak bir tepede, zamanın ayak sesleri yavaşlamış; rüzgârın soluğuyla karışarak ağır ağır dolaşıyordu. O yüksekliğin sessizliğinde yalnız başına oturuyordu E1; rüzgâra karşı, sırtı vadilere dönük, gözleri ufkun sonsuz çizgisine sabitlenmiş bir savaşçı gibi.
Sırtındaki pelerin yalnızca bir korunak değil, geçmişin ağır hatıralarını taşıyan bir yüktü. Elindeki kılıcı ise sessiz bir yoldaş gibi yanında duruyor, ama içindeki fırtınayı dindirmekten çok uzakta kalıyordu. Onun savaşı dışarıda değil, artık içindeydi. Suskunluğu ise kabuk tutmuş bir öfkenin kalın duvarıydı.
İşte o an, vadinin karşı yamacından, taşlı bir patikayı ağır adımlarla yürüyerek yaklaşıyordu: E2. Onun yürüyüşünde acele yoktu; adımları rüzgârla konuşan bir yolcunun adımlarıydı.
Kahverengi cübbesi rüzgârda hafifçe dalgalanıyor, yüzünde sabırla yoğrulmuş bir merhametin yorgunluğunu taşıyordu. E2, kardeşinin uzun süredir bu tepede tek başına oturduğunu duymuştu ve içinde bir endişe büyümüştü. Zira onun öfkesi yalnızlıkla birleşince, kendi içine çöken bir kışa dönerdi.
E2, tepenin yamacına geldiğinde bir an durdu; nefesini dengeledi ve sessizce kardeşinin yanına yaklaştı. Ayaklarının altındaki taşların çıkardığı ses bile bu ağır atmosferde ürkek bir yankıya dönüşmüştü. Gözlerini E1’e çevirdi; yüzüne, omuzlarına, suskunluğuna baktı. Sonra usulca dizlerinin üzerine çöktü, bir taşın üzerine oturdu ve sesi rüzgâra karışacak kadar yumuşak, ama kalbe ulaşacak kadar netti:
“Ey sevgili kardeşim... Yalnızlığın artık suskunluktan daha ağır kokuyor üzerindeki rüzgârda. Nedir seni bunca zamandır konuşturmayan, bu tepede susturan? İçinde bir yangın mı var, yoksa yalnızca küllerin mi konuşmuyor benimle?”
E1, başını çevirmedi. Ancak gözlerini kısmış, ufka çizilmiş çizgileri daha dikkatli incelemeye başlamıştı. Kardeşinin geldiğini biliyordu, hatta belki de gelmesini beklemişti. Ama içinden geçenleri cümlelere dökmek için hâlâ rüzgârın biraz daha esmesini istiyordu. Belki de yalnızlığını biraz daha dinlemeyi…
İşte zihnimdeki bu iki zıt kardeş, vadinin göğsünde, rüzgârın ayırdığı ama anlamın buluşturduğu o çizgide yine bir aradaydılar. Birinin içi mücadeleyle, öfkeyle ve adaletle doluyken; diğerininki affedişle, sabırla ve merhametle yoğrulmuştu.
E1, yerden bir taş alıp uzağa fırlattı. Gözlerinde öfke, dudaklarında kin kıvrılıyordu: “Ey kardeşim! Sen hâlâ susuyorsun, hâlâ affediyorsun. Zulmün gölgesinde büyüyen karanlıkları, etik değerlerinle temizleyeceğini mi sanıyorsun? Hayır! Zulüm, ancak kılıçla susar! Zalim, ancak korkuyla titrer!”
E2 başını kaldırdı. Gözleri göğü taradı. Sesi yavaşça yükselirken sözleri yalnızca bir cevap değil, bir davetti:
“Ey savaşla doğmuş ve öfkeyle beslenmiş sevgili kardeşim... Bil ki adalet yalnızca kılıçla değil, zamanla da gelir. Kimi kötülük, kendini kendi içinde mahkûm eder. Sen zalime ceza vermek istersin; ben ise zalimin insan kalmış yanına son bir fırsat tanımak isterim. Çünkü bazen merhamet en beklenmedik yeri yeşertir. Ben affederim, çünkü affettiğimde özgürleşirim. Ve unutmam ki: Kırılanın değil, kırmayanın vicdanı aydınlanır.”
E1, öfkeyle kılıcını toprağa sapladı: “Bir zamanlar öfkeyle yerimden kalkmıştım. Sözler havada uçuşuyordu, haksızlıklar konuşuluyordu. Biri kulağıma eğildi ve şöyle dedi: ‘Cevabını ver bu hadsize! Hakkını yedirme!’ O an ne yapacağımı düşünmüştüm... Ama söyle bana, ey sevgi düşkünü kardeşim... Ne zaman susmalıyım? Ne zaman yürümeliyim? Ve ne zaman bağırmalıyım yükseklerden?”
E2 yaklaştı. Gözleri E1’in gözlerine sabitlendi. Sesi yumuşaktı ama sarsıcıydı:
“Bazen hakkını savunmak, susmayı bilmektir. Bazen haklı olduğunu göstermek, yalnızca yürümeye devam etmektir. Ve bazen bir insanın büyüklüğü, kışkırtmaya yüz çevirmesiyle belli olur.
Unutma sevgili kardeşim: Her lafın peşine laf eklemek yüceltmez insanı. Her tartışmaya girmek, güçlü kılmaz kimseyi. Her haksızlığa cevap vermek, her zaman erdemli değildir. Bazen susmak bir tercihtir; bazen yoluna devam etmek en asil tepkidir.”
E1 dizlerinin üzerine çöktü. “Ama ya onlar? Yanlış yapanlar? Onlara ne diyelim?”
E2 derin bir nefes aldı ve ardından yanıtladı: “Elbette bir haksızlığa denk bir cevap verilebilir. Ama bağışlayan, sakin kalabilen ve ilişkiyi onaracak dili seçen kişi, işte o öne çıkar. Çünkü biz yalnızca sonuçlara değil, yollara da bakarız. Nasıl bir duruş sergilediğimiz, ne kadar haklı olduğumuz kadar değerlidir.
Sabreden, öfkesini yönetebilen ve affedebilen bir insan... İşte bu, gerçek liderliğin ta kendisidir. Ve evet, affetmek büyüklüktür. Ama aynı tuzağa tekrar düşmemek de aklın gereğidir.
Güvenmek iyidir, ama ölçüsüz saflık değildir. Bir yandan onarıcı olurken, bir yandan da gözümüz açık olmalıdır. Yönetmek yalnızca kalp işi değil; aynı zamanda akıl işidir.”
E1 bir an durdu, yüzünü dönmeden sordu: “Peki kardeşim... Ne zaman susmalı, ne zaman haykırarak konuşmalı? Ne zaman tartışmalı, ne zaman geri durmalı? Ne zaman yürümeli, ne zaman durmalı?”
E2, vadinin rüzgârına yaslanarak yanıtladı: “İşte burada bilgelik devreye girer.
Eğer konuşmak yalnızca egonu tatmin edecekse: susmak daha değerlidir. Ama sessiz kalmak bir yanlışı büyütecekse: orada söz söylemek bir zorunluluktur.
Eğer sözün bir çözüm sunacaksa: konuşmak, inşa etmektir. Ama sadece ses katmaksa niyetin: sessizlik, asalete yakışır.
Eğer tartışma hakikati bulma niyeti taşıyorsa: katılmak cesarettir. Ama taraflar yalnızca üstün gelmeye çalışıyorsa: orada sessiz kalmak ferasettir.
Eğer geri durmak başkalarına zarar verecekse: duruş sergilemek liderliktir. Ama tartışma ortamı zehirlenecekse: oradan uzaklaşmak en doğru duruştur.
Eğer yürümek seni değerlerine sadık tutacaksa: devam etmek asilliktir. Ama yürüdüğün yol başkalarının sınırını çiğniyorsa: durmak da bir büyüklüktür.
Eğer durmak sadece korkuya yenik düşmekse: yola koyulmak cesarettir. Ama durmak, bir bilinç ve yeniden yön seçimi ise: bu bir stratejidir.”
E2 bir adım attı. Sesi bu kez kalpten kalbe akan bir nehir gibiydi: “Bilin ki, bazen susmak bir tercihtir; ama her zaman akıl süzgecinden geçirilmiş bir tercihtir. Ve bazen yoluna devam etmek, en asil tepkidir; ama o yol gerçekten değer taşıyorsa.”
E1, yavaşça ayağa kalktı. Gözlerinde ilk defa bir sönme değil, bir düşünme vardı. “Düşünmeliyim... Belki de savaşmak bazen durmakla başlar…” dedi ve rüzgâra doğru yürüdü.
E2 arkasından seslendi, sesi sadece dağlarda değil, insanlığın kalbinde yankılandı: “Ben her kavgaya girmem, ama her affedişte biraz daha büyürüm.”
20 Nisan 2025
Çukurambar, Ankara




"Zalimin zulmü varsa, sevenin Allah'ı var." Bir dost..
“Zalimin insan kalmış yanına son bir fırsat tanımak…”
Üst insan olmak, bu olsa gerek.