top of page

İçsel Yankılar (Yeni Bölüm #16)

Geceydi. Gökyüzü, ne bir yıldızla parlıyor ne de bir rüzgârla fısıldıyordu. Yeryüzü, kendi içine çekilmiş gibiydi—suskun, ağır ve derin. Ve ben, içimdeki sessizliğe doğru yürürken, onları yine orada buldum: tanıdık bir suskunluğun ortasında, hiç konuşmamış ama her şeyi söylemişçesine bekleyen hâlleriyle.

Bir ateşin çevresine yerleşmişlerdi; konuşmuyor ama birbirlerine görünmeyen bağlarla tutunuyorlardı. Her biri, içimde bir düşüncenin, bir hissin, bir sezginin ete kemiğe bürünmüş şekliydi. Sanki içimde kıvranan her zıtlık, o gece orada birer bedene bürünmüş; karmaşam, yanan közler gibi dışıma taşmıştı.

Sükûtun ortasında, taş gibi bir ses yükseldi. E1'di bu—her zamanki gibi önce konuşan, önce bilen, önce yargılayan: “Ey kardeşlerim! Güçlü olmazsanız kötülere yenilirsiniz; sevginizle yok olursunuz! Gül sunan, diş gösterene yem olur bu dönemde.”

“Hayır!” dedi E2, ellerini gökyüzüne uzatarak iyiyi tutuyormuş gibi: “Kötülüğü yok etmek değildir mesele—onu insan kalbine geri çağırmaktır! Çünkü her karanlık, içinde bir fısıltı saklar. Ve ben zalime bile şöyle seslenirim:

Ey çok sevilen! Sen yoksan bir kişi eksiğiz! Çünkü her insan, içinde taşıdığı ışıkla bir başkasının gölgesini kısaltır.”

P başını eğdi, gözleri sanki közlere bakmıyor da içimizdeki küle konuşuyordu: “Umudunu kaybetmiş biri güçlü olabilir mi, iyiyi de büyütecek cesareti taşıyabilir mi? Hayır! Güzel olan, en koyu karanlıkta bile çiçek açabileceğine inanmaktır.”

...

Gecenin derinliği konuşmaları da derinleştirmişti. Sözler, artık gözle görülmeyen ama hissedilen bir sorunun etrafında dönmeye başladı: emek ve fayda.

E1'ın sesi, suskunluğa indirilen bir çekiç gibi parladı. Gözlerini ateşe dikti, dili sanki demirden dövülmüştü: “Kalıcı fayda sunmayan bir emek zamanın sırtında yük olur! Evet, sonuç doğurmadığında vicdana değil, sadece yorgunluğa dönüşür.”

“Hayır!” dedi E2, sesi buğulu ama köklü: “Her doğru, iyi değildir! Bilgi, vicdanla yürümeyince baltaya dönüşür. Evet, en büyük keşifler bile merhametsiz ellerde yıkıma sebep olur.”

P küçük dişlerini gösterdi, ama gülüşü oyunbaz değil derindi. Kısık gözlerle gülümseyerek konuştu: “Size güzel olanı söyleyeyim mi? Evet! Güzel olan: Her anlamsızlığı, kendimizle—evet, kendi varlığımızla—anlamlandırmaktır.”

...

Ateş sönmeye yüz tutmuştu ki, E1'ın oturuşu yeniden dikleşti. Konuşma, doğruluğun kalbindeki büyük davaya yöneldi: adaletin tanımı.

E1, tanıdık kararlılığıyla söze girdi, sesi bir teraziyi tartar gibi sabitti: “Adalet, hak edileni hak edene vermektir! Hakkı olmayanı yükleyenin adaleti, merhamet değil hiledir.”

“Hayır!” dedi E2, sesi kırılgan ama net: “Adalet, sadece terazide değil, yürekte de tartılır. Kendindeki iyiliği paylaşmayanın terazisi boş kalır.”

P gözlerini uzaklara çevirdi, sanki adaleti yıldızlarda değil, toprağa düşen bir yaprağın titrek son nefesinde arıyordu: “Hayır! Adalet, ne vermek ne de almaktır—adalet, insan kalabilmektir; insan kalmak için ölmeyi göze alabilmektir.”

...

Alevlerin dansı yavaşladıkça, kelimeler içimizdeki daha karanlık bir mağaraya doğru yürüdü: bencillik.

E1, sesiyle taş duvarlara vurulan yankı gibi konuştu. Sesi bir çekiç gibi düştü: “Bencillik, kendini düşünmektir. Evet! Bu böyledir!”

“Hayır!” dedi E2, yutkunarak: “Bencillik, kendini düşünmek değil, başkasını düşünmemektir. Utandıran beni!”

P kıkırdadı, ama gülüşünün ucunda bir sitem taşıdı: “Bence mi? Vicdanı küstürmek için yapılan her şeydir.”

...

Gece, kendi gövdesine çökmeye başlamıştı. Zaman artık düşüncelerle ölçülüyor gibiydi. E1 ayağa kalkmadı ama sesi, oturduğu yerden ayağa kalkmış gibi yankılandı: hayatın anlamı, yürümek, yön, kaybolmak.

E1, alışık olduğumuz kararlılığıyla konuştu, sesi dikenli bir patikaydı: “Hayat mücadeledir! Güçlü olan ilerler, geride kalan ayıklanır!”

E2 elini kalbine bastı, sesi bir bekleyiş kadar sabırlıydı: “Hayır! Hayat birlikte yürümektir. Geride kalanı beklemek, insan olmanın gereğidir.”

P hafifçe yukarı baktı, sanki gökte yön arıyordu: “Ama güzel olan nereye yürüdüğünü hatırlamak değil—nereye gittiğini unutmamaktır.”

...

Alevler sönmeye yüz tutmuştu, ama onların bakışları hâlâ yanıyordu. Söz bitmişti ama anlam daha yeni doğuyordu içimde. Sessizlik konuşmaya başlamıştı artık—ve her biri kendi içime düşen yankılar olmuştu.

Ayağa kalktım. Ne vedalaştım ne de arkamı döndüm. Sadece yavaşça uzaklaştım.

Çünkü bazen insan, içindeki sesleri dinlemeyi bırakmaz—ama onları biraz da yalnız bırakmayı öğrenir.



22 Mayıs 2025

Kurtköy, İstanbul


 
 
 

Comentarios


bottom of page