
İçsel Yankılar (Yeni Bölüm #18)
- Ergün Gültekin

- 5 Haz
- 4 dakikada okunur
Ve indi E2 yüksekten—ama dağdan değil, vicdanın zirvesinden! Ne bir çan çaldı, ne bir kuş öttü… Çünkü bu dönem, duymayanların çağıydı! Gözleri açık, ama kalpleri mühürlüydü—kulakları vardı belki ama vicdanları sessizliği çoktan ezberlemişti!
Ve indi E2 vicdanın basamaklarından... Ne kınayan bakış attı, ne öfkeyle yürüdü—yalnızca sessiz bir yürüyüşle aynaları titretti! Ve bir çocuğun suskunluğu gibi durdu kalabalığın ortasında... O an, zaman eğildi! Kuşlar cıvıldadı, yürekler kıpırdadı—çünkü erdemin soylu adımları, bir çağrının önsözüydü!
Ve o yürüdü—kalabalıklar sessizce açıldı önünde. E1 çatık bakışlarla ardından yürüdü, yüzleri yoklayarak. Kılıcını sıkıca tutuyordu. Belli ki sebep arıyordu, adaletin keskin kılıcıyla tanışmak isteyen de kim diyerek. Ama ne bir düşman çıktı E2’nin karşısına, ne bir dost el uzattı ona.
Yalnızca bir dert belirdi ufukta: Bir aceleci koşuşturma, şuursuzca bir nefes alma, anlamsal bir yitiklik... Sanki herkes bir yerlere yetişiyordu, ama hiç kimse kendine varamıyordu! Görmeyen gözlerle, duymayan kalplerle... Evet! Karşısına kimse çıkmadı—çünkü herkes telaşla kendini kalabalıklarda arıyordu, kendisi olmaktan çoktan vazgeçmiş ruhlarla! İnsanlar artık kaybolmaz olmuşlardı, kendilerinden kaçarak yok olmuşlardı!
Ve o an, durdu E2... Kalabalığa dönüp baktı — buğulu bir gözle, sessizce... Ve bir yükseltiye çıkıp gür bir sesle konuştu, merakla bakan gözlere:
Ey insanlar! Ne çok koştunuz — ama nereye? Ayaklarınız hızlandı, ama yüreğiniz yavaşladı! Kendinizden öyle uzağa düştünüz ki, artık başkasına benzemek için yaşıyorsunuz! Ne arıyorsunuz? Ha, ha! Kendinizi mi? Gerçekten mi? Hayır, aramayın! Kırık aynanıza bakın, umulur ki yüreğiniz size seslenir de bulursunuz kendinizi!
...
Ey insanlar! Beni dinleyin, ama yüreğinizle. Çünkü kulaklarınız sağır değil—utançla tıkanmış! Belli ki siz koşmayı öğrendiniz ama durmayı unuttunuz! Kazandınız — ama kendinizi kaybettiniz! Ne çok şey biriktirdiniz — ama içinizdeki çocuğu yitirdiniz!
Ah! Şimdi siz bana umutsuz gözlerle geçmişten bakıyorsunuz — ama ben size vicdanın içinden, evet geleceğin en mutlu güneşinden sesleniyorum!
...
Ne oldu size, ey yeryüzünün çocukları? Bir zamanlar yıldızlara adanmıştı gözleriniz—şimdi yere düşmesin diye saklıyorsunuz başınızı! Ah! O eski ümitleriniz vardı hani—kalpten yükselen... Şimdi onlar da susmuş, yitik bedenler gibi. Kendinizi çoğaltmak mı istediniz, kendi yansımanızın bile yalan olduğunu fark etmeden?
Sordunuz mu hiç kendinize: “Ben ne uğruna yaşıyorum?”
Yoksa hâlâ başkalarının gözlerinde mi arıyorsunuz, kendi yokluğunuza anlam biçmeyi?”
...
Ey insanlar! Günün bittiğinde, yüzleşebilecek misiniz, kendi çıplak suretinizle? Yoksa yine mi kaçacaksınız vicdanın aynasından? Orada bile kendinizden ürkerek, gözlerinizi utançla kaçırarak?
Sorun kendinize! Kimsiniz siz, o son nefeste? Bir ad mı sadece, unutulan? Yoksa başkalarının düşlerine nefer olmuş bir gölge mi?
Ah! En korkuncu ölmek değil — kendinize yabancı kalmaktır, yaşarken! Ve sonra… mezara bile başkasının maskesiyle inmektir!
Hayır! En büyük kazanç, ne sahip oldukları ne kazandıklarıdır insanın... Kendi geçmişine gözlerini kırpmadan bakabilmesidir.
Ve hâlâ vicdanınızla karşılıklı oturabiliyorsanız, huzurla ve sessizlikle : İşte o zaman, kardeşlerim, siz insan olarak bir ömür tüketmiş olursunuz!
...
Ey insanlar! Ben sevgiden söz ediyorum — ama size öğretenlerin diliyle değil, değerlerle yanmış bir yüreğin külleriyle!
Sevgi dedim size! Ama bu bir pazarlık değil, beklentisiz salıverilen! Ne gösterişle haykırır, ne de karşılık bekler… Hayır! Benim sevgim bir dilenci değil—el açmaz başkasına. Bir pınar gibi coşkuyla akar—toprağı yeşertir ama karşılık beklemez.
Ah! Ne yücedir sevgisini beklentisiz veren...
Ve merhamet… Ah, merhamet! O, zayıfın tesellisi mi? Hayır, güçlünün ateşle sınavıdır! Benim merhametim, diken üstünde yürüyen bir hakikattir: Acıtır ama onunla ağlar.
Sakın sanmayın ki affetmek zayıflıktır! Hayır! Affetmek, ruhun zincirini kırmaktır. Hem bağışlayan yükselmez mi? Taşıdığı acıyı kin, nefrete dönüştürmeden, evet o ağırlıkları bırakıp özgürlükle yücelmez mi?
...
Ey kalabalık! Kimi zaman en ağır ceza nedir bilir misiniz? Düşmanını sevememektir! Çünkü kalbinin bir köşesinde karanlık büyür işte.
Hayır! Ben size Üstinsanı anlatmıyorum — pazara da çıkarmıyorum onu! Ben size yalnızca bir soru soruyorum: İçinizdeki iyiliği ne zaman büyüteceksiniz? Kendi kıyametinizi ne zaman göreceksiniz?
...
Ne! Sevgi hak edilen midir? Ha ha! Ne büyük yanılgı — ne kadar da ahmakça bir düşünce! Hayır! Sevgi hak edilmez — verilir! Ama onu veren, yücelir!
Ah! Sevgi, karanlıkta bile yanan bir kandildir: Yol gösterir… ama kendini yakar! Evet! Adil olduğu için değil — merhamet etme kudretini kaybetmediği için yücedir üst insan.
...
Ey insanlar! Size adaleti soruyorlar, teraziyi değil, kılıcı tutarak. Hakkaniyet diyorlar, hükmedip dengelemeden! Şimdi de soruyorsunuz bana: “Ne yapmalı zalime?” Ha ha! Zalim dışarıda değil, suskunluğunuzdadır! Ben size diyorum ki: İyileştir kardeşini! Çünkü her karanlıkta, unutulmuş bir çocuk ağlar!
Ve ben o çocuğa fısıldadım: ‘Sen yoksan, bir kişi eksiğiz!’
...
Hayır! İnmedi insan arzularını doyurmak için bu yeryüzüne! Bu dünya bir pazar değil ki—bir emanettir! Evet! Misafir olarak geldiniz — ve misafir, ardında iz değil izzet bırakır!
Ah! Bir sorun kendinize: Giderken ne kalacak sizden geriye? İyilik tohumu mu ektiniz? Yoksa yalnızca küller mi savurdunuz rüzgâra?
...
Ey insanlar! Ben size adalet çekici getirmedim — kandil tuttum! Ceza vadetmedim — hatırlayış fısıldadım! Siz can yakıcı bir ateş istediniz — ama ben yaraya sevgiyle sarılmayı öğütledim!
Çünkü iyilik yalnızken susar — ama paylaşıldığında yankısı arşa uzar!
...
Ne! Merhamet bir zayıflık mı gözüktü size? Ha ha! Ne büyük aldanış! Oysa merhamet — değerlerin imamıdır! Dürüstlüğü dengeyle taçlandıran, cesareti sabırla yontan ve sadakati çileyle parlatan!
Hayır, değil işte. Merhamet eksilince, adalet öfkeye bulanır; barış korkaklıkla karışır; ve cesaret… öfkenin karanlık maskesi olur!
Ah! Merhamet susunca, bencillik büyür — cömertliği boğar! Nankörlük öne geçer — vefaya tükürür! İyilik bile utanır o zaman, insanlık onurundan!
Ve siz hâlâ sormazsınız: ‘Nerede eksildi merhamet ki biz böyle olduk?’ Evet, sormazsınız. O hâlde kınadığınız zalimden ne farkınız var ki sizin?
...
Ey insanlar! Bir sözle değil — bir yürekle değişir bu yeryüzü! Ve ben o yüreği getirdim size: Yanmayı seçmiş, yalnız kalmayı göze almış bir yürekle! Evet! Siz unuttunuz… Ama ben sevgiyi hatırlatmak için geldim!
...
Hayır, beklemeyin! Boşuna beklemeyin adaleti, kıyamet ateşi çoktan tutuştu içinizde — sevgisizlikle! Ve şimdi soruyorum size: Hatırlamazsanız sevgi ve merhameti, kim kurtaracak sizi o kutsal adaletten? Ah! Affetmeyi bilmeyen, af dilemesin...
Ey insanlar! Sevgimin sahipleri! O hâlde şimdi! Kaldırın kalbinizi göğe — ve arındırın birbirinizi sevgiyle! Temizleyin içinizdeki kırık aynaları! Susuzluğunuz ise merhamet olsun!
...
İşte böyle konuştu E2 — ne övgü istedi, ne alkış... Ama gökyüzü, bir anlığına dahi olsa, rengini değiştirdi. Ve kalabalığın ortasında bir yürek—evet, aykırı bir yürek—sustu.
Çünkü yüreğindeki eşsiz fırtınayı ilk kez işitti! Ne bağırdı, ne ağladı — ama çatladı ruhu… Ve o anda, bir damla düştü toprağa: Ne gözyaşıydı o, ne de sıradan bir pişmanlık. Aykırı ruha ait bir tohumdu, özlemle geleceği büyüten...
05 Haziran 2025
Oran, Ankara




Yorumlar