
İçsel Yankılar (Yeni Bölüm #21)
- Ergün Gültekin

- 10 Haz
- 4 dakikada okunur
Ey aykırılar… ey her şeyden çok sevilenler!
Hiç sormadığınız soruların eksikliğini, hep vermediğim cevaplarda aradınız. Beni sustuğum için suçladınız — ama hiç bilmek için sormaya cesaret etmediniz.
Ve şimdi, doğan güneşe hürmeten, buradayım, evet yanınızdayım. O parlak güneş kadar sessiz — ve onun kadar hazır. Şimdi sorun. Soramadıklarınızı fısıldayın — ve içinizde susturduklarınıza kulak verin.
Evet ben, içinizde sormaya cesaret edemediğiniz her şey için çoktan sustum. Ve ben… evet ben — sevgimden değil, onunla sustum!
...
Ne! Neden mi yanınıza geldim?
Ah… Siz içinizdeki yüce ateşi kendi küllerine gömdüğünüzde — işte o zaman indim ben, susturulmuş bir çağrı gibi. Ama ben gelmedim — içinizde çoktan doğmuş, unutulmuş bir yankıydım. Hayır! Bir yerden gelmiyorum — ama vicdanınızın hâlâ sızlayan yerinde sizlerle oturuyorum.
Kalbinize hükmetmeye değil — küllerin altındaki kıvılcımı uyandırmaya geldim. Ve evet… sizinle ağlamaya değil — sizinle gülümseyerek ayağa kalkmaya geldim.
O hâlde şimdi sorun kendinize: Ateşi kendi elleriyle söndüren biri, neden uyanışı tehdit sanır?
...
Ne! Ben size neler anlatmaya mı geldim, dediniz?
Ben suskunlukta büyüyen bir kıvılcımım — ışık değilim, ama ışığı özletenim. Kelime değilim — ama duyulmamış sorulara gömülen bir işaretim. Evet, ben yön değilim — ama yoldan çıkanın içinde yankılanan kararlılığıyım.
Hayır! Ben el uzatmam — ama düşerken tutunduğunuzu sandığınız o son yankıyım. Ve ben armağan değilim — ama kaybolduğunda içinizi sarsan bir hatırlayışım.
Şimdi de bu yankıya kulak verin: Bir kıvılcımı yitiren, hangi karanlığa yön sorar?
...
Ah! Misyonumu mu soruyorsunuz bana?
Ben bir hedefe doğru yürümedim — hedefin kendisi oldum. Çünkü içimde sızlayan adalet, beni susturmaya değil, yürütmeye çağırdı. Yoldan da doğmadım — ama yol unutulduğunda karanlıkta beliren gölgeydim. Buyruk almadım — ama kıymeti bilinmeyen değerlerin sessizliğinde sizlerle dertlendim.
Hayır! Yol gösteren değilim — ama unutturulmuş olanı hatırlatan bir uğultuyum. Ve evet… ben hiçbir yere ait olmadan, terk edilen iyiliğin izinde yürüyenim.
Söz şimdi sizde, sorun içinizden: Kimdir erdeme bekçilik eden: konuşan mı, susan mı?
...
Neden mi siz aykırılara el uzatıyorum, dediniz?
Evet… unutan çokken ben, hatırlayanın iç sızısıyım. El uzatmam — ama düşüşün tam ortasında, göğüste çarpan sessiz bir yankıyım. Karşılık beklemem — çünkü çağrılmadan kalmakla doğan sadakati seçerim.
Hayır! Onarmam — ama kırığın kenarına çömelip, konuşmadan size eşlik ederim. Ve hayır… ben bir ses de değilim — sadece terk edilmiş değerlerin içinde cesaretle savaşan son neferim.
Peki şimdi düşünün: Hangi yankı çağrılmadan geri döner?
...
Nasıl mı tanırım sizi, ey aykırılar, dediniz?
Ah… bedeniniz kalabalığa karışır, ama yürüyüşünüz hep bir adım geç kalır onlara. Evet, gözlerinizde ışık değil — içe çöken bir yıldırımın sessiz izleri vardır. Ben yorgunluğunuzu değil — içe gömülmüş o sarsılmaz soruyu tanırım.
Siz konuşmazsınız — ama suskunluğunuz yankı gibi vurur içime. Ve ben sizi alkışta değil — kalabalığın sus pus olduğu o tek an’da bulurum; çünkü ben alkışı değil, alkışa direneni izlerim.
O hâlde şimdi sorun kendinize: Kalabalığın sustuğu anda parlayan kimdir: öne çıkan mı, geri çekilen mi?
...
Ha, ha! Ne zaman mı kendi yeteneğinizden şüphe etmeye başladınız?
Ah! Size erdem diye yalan satan kirli ruhlara inandığınızda… Sizde olmayanı isteyenler, sizde olanı hor gördüğünde — ve siz sustuğunuzda.
Evet, kıskanıldınız — çünkü sizde yankılanan bir şarkı vardı, onların içinde hiç çalmayan. Hayır! Siz uyumlu olduğunuz için değil — zarafetinizin ağırlığını taşıyamadıkları için ezildiniz. Ve ben işte, tam da o incinmişlikte doğdum.
Şimdi eğilin iç sesinize ve sorun kendinize: Kendi zenginliğinden utanırsa biri — kim korur onun ruhunun yankısını?
...
Ne! Sevgimin neden size düşkün olduğunu mu sordunuz?
Ah… ben beklenen yürek değilim — ama hiç tanınmadan özlenenim. Sevgim bir aynada değil — kalbinizde fark edilmeden açılmış o ince çatlağın kenarından sızar. Evet, kusur sandıkları şeydir çoğu zaman bizi sessizce birbirimize bağlayan.
Ben onlardan farklıyım — içinizde yankı bırakıp geri çekilen o aykırı sesim. Ve evet… ben aykırıların en aykırısıyım — çünkü sevgim bile itirazdır beklentiye. Hayır! Sevgim sahip olmaz — sadece benzerliğimin sizi bulduğu yerde, sessizce var olur.
O hâlde şimdi fısıldayın kendinize: Ya en derin sevgi, hiç söylenmeden kalan değil midir?
...
Onca zorlu savaştan sonra nasıl hâlâ ayaktasın, mı diyorsunuz?
Ah… çünkü ben hiçbir zaferi alkış için istemedim — ve hiçbir yenilgiyi utanarak taşımadım. Kalabalığın döndüğü yerden yürümeye devam ettim.
Aranmadım, karşılanmadım; ama içimde sönmeyen bir sadakat vardı: kendime ve kaybolsa da var olmaya devam eden o hakikate.
Ben yaralandım ama hiç eğilmedim; öfkeliyim ama mutsuz değilim. Ve içimde, küle karışsa da hep yeniden doğan bir yürek var — çünkü o hiç ölmeyenle hakikate yürüyenim.
Şimdi de bunu sorun kendinize: Küllerinden yürüyene, hangi toprak vatan olmaz?
...
Ne! Neden mi ortalıklarda görünmedim?
Evet… siz bakışlarınızı kalabalığın parıltısına çevirirken — ben, kimsenin sormadığı bir soruya doğru indim. Yazgımız gibi görünür bu yalnızlık: ama hayır! Bu, hakikatin susarak yankılandığı yere yürümüşlerin yüküdür.
Ben kaybolmadım… ama herkes gürültüyü izlediğinde, sessizliğin içine döndüm. Hayır! Ben sizi terk etmedim — ben sizin yanınıza hakikatle dönmeye gittim!
O hâlde şimdi düşünün: Giden mi terk eden olur, yoksa kendi sesini duymadan kendinden uzaklaşan mı?
...
Ne! Sizi nereye götürmek istediğimi mi soruyorsunuz şimdi?
Ben sizi götürmem bir yere — ama içinizde saklı bir kapıyı aralık bırakırım. Taht kurmam ardımda — ama ayak izlerimle dağ yolunu belirginleştiririm. Ben uyanışım — göz açmadan önce gelen o düşündüren karanlığım.
Hayır! Ben bir el değilim çekiştiren — sadece iç sesinize benzer bir fısıltıyım. Ve evet… yol değilim — ama yol olduğunuzu size fısıldayanım.
Ve şimdi bırakın son sorum yansısın içinizde: Kimdir yolu gösteren: yürüten mi, hatırlatan mı?
10 Haziran 2025
Sincan, Ankara




Yorumlar