top of page

İşte Ona ‘Üst İnsan’ Derim!

Güncelleme tarihi: 8 Ağu

Bir genç kız çıktı E1’in karşısına, yorgun ve kırgın, omuzlarında dünya yüküyle yürüyen bir gölge gibi. Gözleri derin kuytulardan fırlayan yıldızlar kadar yorgundu; sesi, gece rüzgârının hüzünle fısıldadığı bir sır gibi titriyordu. Buruk bir nefesle, sanki zamanın kendisine öğretemediği kelimelerle konuşmaya başladı:

 

Ey E1! Aykırıların en aykırısı! Ben, duvarların soğuk kolları arasında büyüdüm — ama hiçbir kapının bana ait olmadığını, karanlığın içinden geçerken çok geç fark ettim. Aslında izin verildi bana, içeri girmeme ama gerçekten varlığım aralarında hiç varlık bulmadı!

 

Her sabah aynaya baktım ve orada kendimi değil, başkalarının biçtiği maskelerle donatılmış bir gölge gördüm: insanların rızasını taşıyan, kalabalığın soğuk eliyle şekillendirilen bir gölge… Beni ben yapan tüm renkleri soluklaştıran, vicdanımın sesini bastıran...

 

Ah! Sonra susmayı öğrendim; çünkü ne zaman içimdeki hakikat dile gelse, ya alay edildim ya da düzeltilmeye kalkışıldım. Ama sandılar ki sessizliğim bir kabullenme demekti — oysa ben sustukça içimde bir kuş kanat çırptı, özgürlük hayaliyle yanıp tutuştu ama her çırpınışta, kafeslere çarpıp  paramparça oldum!

 

---

 

Bir keresinde bir yanlışı düzeltmiştim, işte o an anladım ki bu yerde doğruluk değil, otorite kutsanırmış! Ve hemen susturuldum… çünkü güçsüzdüm.

 

Ama bu güçsüzlüğün altında kopan bir fırtına var içimde; adı kaygı değil — adı anlamsızlık içinde çalışmak, çaba içinde silinmek, işe yarayıp yine de sayılmamak!

 

Evet öğrendim: Uyum sağlamak dedikleri şey, kendi varlığımdan sessizce feragat etmekmiş…

 

---

 

Ah! Biliyor musun? Ne zaman “Ben de varım” desem, birileri usulca kulağıma “Ama şimdi zamanı değil” diye fısıldadı…

 

O hâlde söyle bana E1, kimin zamanı bu? Eğer yaşamım başkalarının onayında mühürlenecekse, ben hangi kapıdan kendim olarak geçeceğim?

 

---

Evet! Kalabalıklarla yürüdüm, ama ayak seslerim bile bana ait değildi. Sanki... Sanki hayatım, başkalarının yolunda yankı bırakmadan yürüdüğüm bir suskunluk yolculuğuydu. Ah! Haykırmak istediğim her yanlış susturuldu, soğuk duvarlara çarptı. Ama ben sadece bir iş yapmak istemiyordum — anlamak, dokunmak, değiştirmek istiyordum!

 

---

 

Oysa ben her gün aynı yere oturup saatleri ezberlemek yerine, içimde bir mızrak bileyleyip yıldızlara fırlatmak istiyordum. Evet! Beni uyumsuz bir aykırı kabul ettiler. Çünkü burada farklı olmak, bu düzende affedilmez bir suçtur.

 

Ve bugün burada, karşımdayım; evet, olup biteni seyretmek, artık beni yok etmekle tehdit ediyor. Evet! E1, bugün geldim; çünkü susarsam yok olacağım!

 

Benim hastalığım içsel mutsuzluk değil, E1. Benim hastalığım gerçekleri cesurca haykırmanın, bana öğretilmemiş olması!

 

Bazen düşünüyorum da: Belki de bu dünyada var olmanın bedeli, kendinden azar azar vazgeçmektir.

 

---

 

Evet! Kendi içimde kaybolmaktan korkuyorum, E1! Ve ben, artık anlamsızlıkla yok olmak istemiyorum! Ah! Kendi değerimi başkalarının takdir terazisine bırakmadan, kendimi gerçekleştirmek  istiyorum. Evet! Kendimle yeniden tanışmak, kendi sesimi işitmek, kararlarımda kendi izimi görmek istiyorum.

 

Eğer bu burada mümkün değilse… bil ki: o zaman bu diyarı terk edip gitmek — hayatta kalmak için son çare olacaktır!

 

Ama sanırım  kendi yazgımla yüzleşmek zamanı geldi! Evet! Ben yoruldum, E1… Kendi iç sesimi bastırmaktan, kendi ışığımdan utanmaktan, kendime bile yabancı olmaktan yoruldum.

 

Şimdi söyle bana E1: Bu dünyada insan, kendisi olarak kalarak yaşayabilir mi — yoksa hayatta kalmak, kendi suretini unutmakla mı mümkündür?

 

...

 

E1, suskun bir dağ gibi dinledi genç kızı; gözleri içten bir ateşle parıldıyordu. Bacak bacak üstüne atıp derin bir nefes aldı; duruşunda hem sükûnet hem de kararlılık vardı. Göz göze geldiği her ruhu titreten, suskunluğun zincirlerini kıran bir fısıltı gibi söze başladı:

 

Ey çok sevilen! Sen benliğini unutmaktan korktun; çünkü hayallerin bile senden çalındı bu düzende. Ve şimdi diyorsun ki: “Kendim olarak kalabilir miyim?”

 

Bil ki kendin kalmak, bazen yok sayılmaktır — ama insan olma misyonunu unutmak, evet o, diri Bir bedende ölümü taşımaktır! Evet! Hayatta kalmak bir seçimdir; ama yaşamak, yalnızca kendin olduğunda başlar.

 

Ey yüreği titreyen gençliğim! Yaşayanlar arasındasın — çünkü acı çekiyorsun. Çığlığın ise vicdanın acı yankısıdır. Ah! Olup bitenden rahatsızlık duyup ruhu sızlayanlar, hasta değildir — onlar toprağı yaran filizlerdir, henüz güneşi görmemiş!

 

Evet canın yanıyor, ama olsun bu senin hala insan olduğunu gösterir, bende. Öyleyse yakarışını inkâr etme; çünkü içindeki mutsuzluk, çaresizlik feryadı değil, doğmak isteyen bir hakikattir!

 

Ey sevilen! Bilmez misin? Hakikati doğuran, sancı çekmeden kendini doğurmaz! Ve sen, içindeki doğumu erteledikçe, kalabalığın karnında ölmeye mahkûm kalırsın!  Evet, Çilesiz bir yolu seçerek uyum sağlayan her ruh, kendi kabuğunda çürür.

 

Ey gençliğim! Korku, kapının gıcırtısıdır; ama hala vicdanın titriyorsa, bırak konuşayım sevgimle. Evet! Bil ki bu uyum zincirlerini sen taktın kendine, özgürlük adına! Öyleyse zincirine değil, ellerine bak!

 

Evet! Adapte oldum diyerek boyun eğen, boynunu kurtaramaz esaretten — evet, düşünmeyi bile unutur! Aslında istedikleri tam da budur! Ama unutma! Uyumun duvarı seni korur ama gökyüzünü de senden saklar! Kalabalık seni alkışladığında, çoğu kez sen değil, senin suskunluğun onurlandırılmış olur!

 

Ah, vicdanının söyledikleri, aradığın anlamdı senin! Sen ise kendi anlamını değil, başkalarının takdirini giydin her sabah. Bilmez misin? Sürüye karışan, önce adını unutur; sonra gölgesi bile başkasına benzer. Evet! Kendini arıyorsan, kalabalıkta değil — değerlere ait ateşin ortasında ara!

 

Ey çok sevilen! Kendiyle dövüşmeyen, hiçbir kudreti tanımaz; ahenkle dans eden değil, ateşle yanandır kendini bilen! O yüzden korkma yalnızlıktan, çünkü yalnızlıkta dövüşen, göklere ait değerlerin kudretini yüreğinde mühür gibi taşır.

 

Ey aykırı ruh! Üst insana yürümek istiyorsan, bugüne ait izleri değil, ayaklarını sorgula! Unutma! Yol, sana değil; senin içindeki adımlara bağlıdır!

 

Acıdan kaçan, gölgesinden de kaçar; ama kim ki hakikatin dikeniyle yürür, ona toprak bile gül sunar. Bu yüzden kalbin kanarsa, orada başlar büyümek; zira her olgunluğun beşiği, bir içsel sancıdır.

 

Ah! Vicdanıyla el ele yürüyen, yıldızları kendine yoldaş eder; yanlışlara susan ise göktekini unutur. Ey sevilen! Senin yoldaşın yıldızlar olmalı — alkışlar değil!

 

Kaygıyla titreyen ruhunla da savaşma! Çünkü seni insan yapan, o sarsıntıdır. Ve o sarsıntıyı inkâr eden, kendini mezara yatırır.


Ey duru güzellik! Mutluluk; kovalanan bir kuş değil — sessizce omzuna konan bir serçedir, eğer ki gönlün temizse. Evet! Sen gönlünü değerlerle temiz tut, kuşlar sana geri döner.

 

Zincirini kırmak da marifet değildir! Asıl olan, elindeki çekici nereye savuracağını bilmektir. Çünkü özgürlük, yalnızca duvarları yıkmak değil — o yıkıntının ortasında kendi benliğini değerlerle inşa etmektir.

 

Aykırılık mı? O artık fısıltıyla değil düşmanlıkla karşılanır; çünkü kalabalık, düzeni bozmak isteyeni zorba sayar. Ah! Bu yüzden bağır: ama hakikatle!

 

Ey bozuk bakan! Bilmez misin? Kim ki sabah uyanır da hayata ümitle bir adım atar, işte o da değerlerin yeryüzündeki halifesidir. Ve sen, her sabahı böyle büyütürsen, artık kimseden cesaret dilemezsin — hakikat seni çağırır. Ah! Yoksa üstün olmak kolay mı sanmıştın?

 

Hayır! Sırtına zorluk almayan, gölgesini taşır avucunda — ama o gölge, er ya da geç onu yutar. Ve gölgeler, hiçbir zaman hakikatin ışığını yakamaz!

 

Ey sevilen! Ben, başkasının aynasında görünmem; kılıcımı çeken elimde doğar adalet. Sen de artık aynalara değil, ellerine, eylemine ve ateşine bak! Onların, o çürümüş ruhların gülümsediğine de aldanma! Sesi çıkmayanın dili değil, yüreği bağlıdır. Unutma! Hakikati bağışlayanlar değil — bağıranlar değiştirir.

 

Evet! Kim ki yüzünü maskesiz gösterir, işte onunla başlar hakikat. O yüzden yüzünü adalete dön, yüreğinle aç! Sahiden içindeki kutsal yankıyı susturan, dışarıdaki sesleri yüce sayar.  Çünkü içte susturulan çan, dışta duyulan yalandır. Ah! Bilmez misin? Diz çöken, değerlere değil — korkuya ibadet eder çoğu zaman.

 

Ha, o örnek gösterilenler! İçten içe çürüyen meyveler gibi parlaktırlar dıştan! Sen, o parlak kabuklara değil —göklerin sesine inan! Sana huzur vaat edenle değil — seni ateşe çağıranla yürü! Çünkü arınış bu dünyadaki haksızlıklarla savaşmakla ve hakikatle yanmakla olur.

 

Ey dikkatle dinleyen! Kapıları da çalma! Kapı senin içindedir — ama açmak için vicdanınla yalnız kalmalısın. O yüzden yalnızlığından korkma — çünkü orada tek başına kalmayacaksın.

 

Ey çok sevilen! Kendini unutan, düşmanın ismini ezberler; sonra onun sözüyle yargılar kendini. O yüzden kimliğini sana öğretenlere değil, içindeki yankıya kulak ver! Unutma! Zincirini kırıp nereye gideceğini bilmeyen, tekrar başka zincirlere âşık olur. Ve cesaret yıkmakla değil — yön tayin etmekle başlar!

 

Ben mi? Kime mi üst insan derim? Ey aykırı güzel! Kimin ruhu mutsuzlukla titrer de değerlerin yolunda yürümeye devam ederse, işte ona ‘üst insan’ derim! Çünkü o hâlâ yürür, hâlâ değerleri taşır, hâlâ hakikatle yanar. Ve sen, eğer hâlâ  sarsılıyorsan — yaşayan insan olduğunu unutma!

 

Ey aykırı ruh! Ayağa kalk ve sevgimle yürü. Yürü ki gölgeler sana teslim olsun. Ve unutma: Susarsan, yitik bedenlerin sessiz çığlığı olursun; ama değerleri yeryüzünde yükseltirsen, bir avuç nitelikli azınlık olursun!

 

07 Temmuz 2025

Sinop

 

 

Yorumlar


bottom of page