
Karanlığı Küçümseyen Çoktur Ama Ondan Çıkmak İçin Yürüyen Azdır!
- Ergün Gültekin

- 10 Ağu
- 4 dakikada okunur
Dolana dolana, ormanların ve nice ırmakların arasından kendi yurduna dönüyordu E1. Ah! O aykırı göğün yurduna...
Dolambaçlı vadilerden geçerken ansızın kendini büyük bir şehrin kapısında buldu; ama orada, kollarını açmış, soluğu ateş gibi bir adam önüne atıldı ve yolunu kesti. Burada insanlar ona “bilge” derdi; evet, E1'in sözlerinden kırıntılar kapmış olsa da yüreği hâlâ eylemsizlik tuzağında çırpınıyordu.
Bu diyarın bilgesi gür bir sesle konuştu: “Ey E1! Tanıdım seni! Ah, nasıl da bilmem adaleti korkusuzca seslendireni!
Ama git buradan, toparlanmadan git! Bilmez misin? Burası karanlıkların yurdudur. Burada sende yüce olan hiçbir şey kalmaz da ruhun eriyip gider.
Evet! Burası, büyük düşüncelerin diri diri yakıldığı ve ufalanıncaya kadar hakaret edildiği yerdir; burada erdem, altın tepsilerde pazarlıkla satılır. Görmüyor musun, kalplerin burçlarda asılı paçavralar gibi sallandığını? Ah! Yalancı methiyeler kusuyor diller ve onlardan da emirler, buyruğa dönmüş yalanlar dökülüyor keyifle. Değerlerin bir söz oyununa dönüştüğünü, gelen gürültülerden duymuyor musun?
Ey, aykırıların en aykırısı! Buradakiler birbirlerini sürüklerler de nereye gittiklerini bilmezler; birbirlerini severler ama nedenini bilmezler. Tunç mühürlerini adaleti eğmek, sahte düzenlerini korumak için kullanırlar. Ah! Ruhları üşür de ehliyeti çalınmış koltuklarda birbirlerinin övgüsüyle ısınmaya çalışırlar; vicdanlarda yanarlar ve donmuş yüreklerde serinlik ararlar; hepsi, gözetleyici göğün zincirine vurulmuştur. Ah! Almıyor musun kokuşmuşluğun kokusunu!
Evet! Burada liyakatsiz yöneticiler de vardır; uzun oturuşlarda sabreden, başlarını eğmeye alışmış, küçük nişanlarla süslenmiş göğüsler… Ah! Burada itaat çoktur; yüksek odalarda oturanların önünde bol bol takla atan soytarılar da vardır. Yukarıdan damlayan her kırıntıya dua eden göğüsler görürsün; her yıldızsız yürek, ışığı başkasının lütfundan bekler. Evet, evet! Burası bütün karanlık hırsların yatağıdır.
Ey, karanlık sokaklarda ıslık çalarak bela arayan! Bilirsin sen, her diyarın kendi dalkavukları vardır; ama bu dalkavuklar, aldıkları her payeye dua ederler. ‘Hizmet ediyorsun adaletle’ — böyle dua eder bütün kayrılanlar efendilerine; sonunda göğüslerine hak ettikleri nişan konsun diye! Oysa taht, en yoz olanın etrafında döner; efendi de en bayağı olanın etrafında dolanır — bu ise düzenin altın terazisidir! Burada altın, değerlerin yerine geçmiştir; zalim güder, duyarsızlar korkuyla güdülür!
İçindeki ışığın, gücün ve temiz olan her şeyin hatırına, E1! Evet sende yüce olan ne varsa, tükür bu diyara ve geri dön! Burada çürümüşlük akar; tükür bütün rezilliklerin bir arada köpürdüğü bu kapıya! Tükür bastırılmış ruhların, dar göğüslerin, yapışkan parmakların, yalancı gözlerin sarayına! Ah! Ne kadar nankör, bencil ve karanlık ruh varsa, hepsi bu taş duvarların içinde toplanmıştır.
Ey adalet düşkünü! Dinle beni! İyisi mi bu kötülük diyarının kapısına vur tekmeyi ve küfrederek geri dön! Ah! Sana verdiğim değerle konuşuyorum: İnan burada erdemi dinleyecek kimse bulamazsın da öfkeyle kendini kaybedersin. Ayaklarına acı da geldiğin gibi geri dön!
E1 hışımla bir adım attı ve yumruklarını sıkarak dedi ki:
“Yeter artık! Epeydir tiksindiriyor beni sözlerin; sende gördüğüm sadece süslü gevezelik! Madem bu ortamı ve içindekileri küçümsüyorsun, neden hâlâ bu çukurda oturuyorsun? Ey ahmak! Senin sözlerinde de bu çürümüşlük, yozlaşmış eylemsizlik dolaşmıyor mu?
Ey kendi iç gürültüsünde kaybolan cehalet! Ne zaman razı geldin sessizliğe? Hangi boş bakış, hangi erdemsiz dudak seni kendi ümidinden vazgeçirdi?
Bana uyarıda bulunuyorsun, ha? Yalancı bilge önce sen anlat, bu cahil sürünün hangi yönüne tükürdüğünü anlat! Ne! Anlaşılmadın mı yoksa? Çünkü sen, kendinin henüz duymak istemediği bir geleceği fısıldıyordun!
Ve sonra konuşup mu uzaklaştın? Ama nereye? Gölgene mi sığındın acaba? Ha, ha! Işığından korkan bir yıldız, neyin gecesini bana anlatabilir ki?
Pekala! Neden gitmedi etik değerlerin diyarına, bu cahilce konuşan? Neden aramadı orada göğün değerlerini? Ah! Yeşil vadiler, ıssız doruklar yetmez miydi ona? Hadi gitmedi, neden kaldı da korumadı zayıf ve güçsüzlerin yüreğini?
Hayır! Aşağılıyorum senin aşağılamanı; çünkü benim yargım sevgiden doğar, seninki ise kibrinden. Ey yalancı çoban! Bil ki, bir gün kendi dilinin karanlığında boğulacaksın; çünkü yalnızca ışıkta söylenen söz, insanı kurtarır.
Ah! Ben, ardına gölge düşürmeyecek yolları seçeni severim; yalanın hükmünü kıracak her adımı atanı; ve gördüğü her zinciri, kırmadan geçmeyeni!
Ey budala, bilmiyor muyum sanıyorsun? Buralarda nice kişiler vardır ki korkunun sopasıyla insanı kuyuda tutar da buyruğa yaranmak için bozuk düzenin direği olur; gücü, vicdan yerine zulmün diliyle konuşturur. Ah! Ben senin gibi kokuşmuşluk yurdunda bilgece konuşanı değil, korkunun sopasını kırıp kılıcını adaletle konuşturanı severim.
Ah! Senin gibiler ehliyetsizi kınar da yalnız kendi sesini kutsar. Oysa ben, liyakati yüceltip özgür sesi dinleyeni ve yemin yerine savaşmayı kutsal bileni severim.
Bilmez olur muyum, senin gibi ahmakları: herkese üstten bakarken yozlaşmayı sessizce izleyeni ve kendini çaktırmadan ayrıcalıklı bir güruhun başı yapanı. Ah! Severim ben: Kınadığı kabilenin duvarını aşanı, kendi gölgesinden korkmayanı ve söz değil eylem geliştireni!
Senin gibiler değil mi? Hak kandil gibi sönerken sadece konuşan, bilgeliği ahkam kesmeye indirgeyen ve dostundan düşman doğuran. Oysa ben, adaleti tutuşturanı, kökü yeşerten dalı ve barışı doğuran mücadeleyi severim.
Ey akıl veren cehalet! Senin gibilerdir bilgeliği yerden yere çalan! Ah! Senin gibilerdir adaleti nefessiz bırakan, mezara çeviren; varlığını başkalarının boynuna yüklediği ağırlıkla sürdüren. Ben ise uçurumun kıyısında yürüyeni ve adaletsizliğin başını kılıçla vurup keseni severim.
Kim gönderdiyse seni, şimdi git ona şunu söyle: Ben kendinden ötesini var etmek isteyeni ve bu yüzden yok olanı severim!”
Böyle söyledi E1 ve yalancı söylemlerle konuşanın önünden geçip şehre girdi; ardında yalnızca soğuk bir rüzgâr bıraktı. Ve yürürken rüzgâr, ardında kalanlara şu çağrıyı taşıdı:
“Ey insanlar! Bilin ki, karanlığı küçümseyen çoktur; ama ondan çıkmak için yürüyen azdır. O yüzden siz, karanlığa lanet etmekle yetinmeyin — ışığa giden yolda adaletle savaşın!”
10 Ağustos 2025
Sinop




Yorumlar