
Sahiden, Ne Kadar Da Çok Sevilensiniz Siz, Benim Yüreğimde!
- Ergün Gültekin

- 26 Ağu
- 4 dakikada okunur
E1’in kaşları çatıldı, gözleri sanki kıvılcımlar saçan iki kor gibi karardı. Derin ve öfkeli bir nefes aldıktan sonra bakışlarını onların üzerinde ağır ağır gezdirdi ve hiddetle konuşmaya başladı:
“Bunlar umutsuzlardır! Onlardan nefret etsem de dilinizle yargılamadan sessizce geçip gidin önlerinden! Ama sorarım size: kim umutsuzu yargılayarak umutlu olur?
Onların düşlerinde de titrer başarı arzusu; ama çoğunun kalbi, yaşam amacını mezara gömmüştür. Ah! Umudu gömülü olan, neden başkasının yıldızını söndürmek ister ki?
Acınası insanlardır onlar ve onların karamsarlığından daha büyük hastalık yoktur. Kolayca göğü kararır onlarla konuşanın. Evet! Bir an yetmez, göğün bütün mavisi söner onların bir nefesiyle.”
---
P suskundu ama E2’nin yüzünde derin bir tebessüm belirdi; gözleri sanki uzak bir güneşe dalmıştı. Dudaklarında şefkatin izleriyle yumuşak bir nefes verdi ve tatlı bir huzurla konuşmaya başladı:
“Hayır E1! Hala benim sevgim var onlara! İşte bu yüzden onların geleceğinde de doğsun ister, benim güneşim. Ey! Aykırı göğümün kutsal güneşi - sana sevgim olmasaydı, onların yarınlarına kim ışık taşıyacaktı?”
---
E1’in kaşları yeniden çatıldı, sevmemişti söylenenleri. Öfkeli bir sesle konuşmaya başladı:
“Ah! Hiç de üzülmüyorum bu insanlara. Hiç de sevmiyorum nefes aldığı hâlde her şeyini kaybedenleri; çünkü onların çöküşünü gözlerimle tattım. Kaybedenin yanında durmak, bana da yenilmişliğin soğuk gölgesini giydirir.”
---
E2 başını hafifçe yukarı kaldırdı, parmağını göğe doğru uzattı; sanki oradan yanıt bekler gibi bir an durdu. Yüzünde ciddiyetin gölgesiyle, sesi titrek bir şefkatle yankılandı:
“Oysa ben hep üzüldüm onlara ve üzülüyorum onlarla birlikte! Kendi umudunu kaybedenlerden daha mutsuz eden, beni ne olabilir? Evet! Onlar benim gözümde, en el uzatılacak olanlardır. Ama kimdir asıl acınası: düşenler mi, yoksa kaldırmayı unutanlar mı? Ah! Asıl acınası, elini uzatmayanlardır bende!
Belki onların ‘hayal’ dedikleri, kendi elleriyle zincire vurdukları talihleridir. Belki denenmemiş fırsatlar zor geliyordur tembel ruhlarına! Zincirin adını hayal koymuşlar, kilidin adını kader!
Evet! Her çıkmaz sokaktan yorularak geri dönünce, amaçlarının hayal olduğunu sandılar. Oysa anlamı arayan yorulmaz, yolcu arayan anlam ise yorulur! Gel gör ki, hayat ne yapacaklarını görmek istemiş, gülümseyen zorluklarla.”
---
E1 homurdanarak konuşmaya başladı; gözlerinden öfkesi okunuyordu:
“Zorluklar mı? Hayır! Azim, yılmaz bir kararlılık ve sabır: en can yakan çağrılardır böylelerine. Karanlıkları fısıldar ve yuvarlanıp otururlar olduğu yere. Ama sorarım sana, E2! Ey ıslak su kuşu, sabır ateşiyle yanmadan kim yeniden doğar?
Evet! Zamanla mutsuz yürekleri kusar umutsuzluğu ve iyiyi örter kükreyerek. Ve bak! Umutsuz yürekler nasıl da başkasının sabahını kusar karanlığa.
Bak ve gör artık, nasıl da düşürmek istiyorlar zamanı. Evet! ‘Beyhude!’ diyorlar, ‘Değişmez burada hiçbir şey!’ Ah, gör ve anla! Yosun kokulu mağaralarda arkası dönük oturuyorlar. Ama kimdir mağaraya zincirli: parıldayan güneş mi, yoksa onların kapalı göz kapakları mı?”
---
E2 aniden ayağa fırladı. Bir elini ileriye doğru uzattı, sanki karanlığa gömülmüş ruhlara dokunmak ister gibi. Sesini gürleyen bir çağrıya dönüştürdü:
“Doğmayan güneşi yırtıp da alın kara bulutlardan, siz umutsuz kardeşlerim! Sahiden, nereye yürüdüğünü bilmeden ilerleyen yüreksizlerle birlikte olacağıma, sizlerle oturmayı tercih ederim! Ah! Kim kapattı göz kapaklarınızı? Kim uyuttu uyanmak isteyen ruhunuzu?
Ha! Başkalarını sevmeyenler, aslında kendini sevmeyenlerdir, değil mi?
Hayır! Damlayan hüzünlerinizi topladığımda ve mutsuz yüreklerinizdeki karanlığa baktığımda — evet, en çok o vakit severim sizi, ey umutsuz insanlar! Ey sevgimin sahipleri! Evet, ben severim sizi: çünkü sevgi, yaraya dokunarak öğretir insan olmayı!”
---
E1 göğe meydan okurcasına başını geriye attı ve boğuk bir kahkaha savurdu. Sonra parmağını E2’ye saplarcasına uzattı; gözlerinde küçümseyici bir parıltı belirdi, dudaklarında alaycı bir kıvrım vardı:
“Ha! Kendi potansiyelini kullanmayı inkâr edeni ve geleceğini inşa etmeyeni sevgili yaptın sen: sahiden, sevilesi örnekler var umudu olanların kanadını kırmalarında. Eminim başkalarına kara bulut olup çöktüklerinde, çok seviyorlardı onları bu zalimler. Ah! Kanadı kıran, uçmayı öğretir mi?
Zamana yemin olsun, bir sokak köpeği gibi saatsiz yaşamaktı amaçları; işte bu yüzden gökten topladılar tüm yıldızları. Ah! Onlara sevgimdir adaletle terk edişim, karanlıkta vicdanla konuşsunlar diye.
Evet! Geleceğini mezara gömenler, sabırla bekleyen tomurcuklardan utanmalıdır, E2! Ve benim onları sevebilmem için daha fazlasını yapmalılar durgun ağaçlardan. Ah! İnsan olmayı ve umudunu terk edenlere bırakıyorum bu laneti! Evet! Bu lanet size!”
---
E2’nin boğazında düğümlenen bir nefes vardı; yutkundu, sonra gözlerini kocaman açtı. İçinde hem acı hem de kararlılık parlıyordu; sesi titrek ama inanç doluydu:
“Lanet okuma, kardeşim! Çünkü yalnızca düşen, pişmanlıkla yoğrulan kalkmak ister bilinçle. Ama, kim sever ki bu enerji tüketenleri?
Sahiden, yanlış yapana el uzatmayan herkesin bencildir yüreği. Sahiden, onlar da yürümüyorlar erdemin yolunda.
Şimdi sorarım sana, ey adalet düşkünü: erdemi gömen, hangi taşla göğe merdiven kurar? Ve erdemsiz merdiven, hangi zirveye taşır insanı?
Kaç E1, hadi kurtar kendini! Yetiş gitmek istediğine yalnız!”
---
E1 bir fırtına gibi ayağa fırladı; omuzları gerildi, yumrukları çelik gibi sıkıldı. Gözlerinde öfkenin ateşi yanıyordu ve sesi göğü yırtan bir gürültüyle patladı:
“Asıl ümit hırsızlarının kararmış kalpleri ve keyifle mutsuz ettiklerinde büyüyor kötülükleri; kaş göz yapıp eğleniyorlar ahmakça, yoldan çıkardıklarınla. Ve çürüyen ümitlerin üzerinde sayı saymaktır onların tek şenliği!
Ey sevgi düşkünü! Ey yufka yürek! Köpürmüş bir kötülükle mutluluk ve umudu çalıyor bu haramiler: sanki kan içen vampirler gibi! Işığı olanı kıskanıp avlayan kara örümcekler, sizi! Evet! Sizsiniz, başkasının ışığında zehirli gölge arayan!
İyiyi büyütmek isteyenlerin ümidini öldürmediler mi onlar? Ah! Ama sorarım sana, E2: kötülük sayan hangi ruhta yeşerir ümit?”
---
E2 gözlerini yarı kapatarak sevimli bir tebessüm serpti dudaklarına; yüzünde sinsi bir huzur, bakışlarında ince bir kıvılcım vardı. Sonra sessizliği yaran yumuşak ama ağır bir sesle konuşmaya başladı:
“Ey, öfkeli panda! Bilmez misin? Kötülük, en büyük dostudur iyiliğin; en korkunç günahı bile örtmek isteyenin.
Ne! Birileri yanlış mı yapmış? Neyi ispatlar ki bu! İnsanın tanımında hata yapmak vardır; eğer ki dostu olsun, iyiyi fısıldayan.
Ey, kardeşim! Kötüyle iyinin bir arada olduğu yerde vardır hakikat. Yüce bir amaca yürüyenlerden, fayda üretmek isteyenlerden daha asil olan bir şey vardır yükseklerde: Ah! Merhamet!.
Ve sen, gerçekten anlamlı bir amaca yürümek istiyorsan; kendini tamlayıp bütünlemek yerine mükemmel olmak istiyorsan, yanlış yapan insanı kendi haline bırakmaktan kurtulman gerekir!
Evet! Bilinçli kötü olmak kadar bilinçsiz iyi olmaktan çekinen herkes - bunu böyle yapsın! Çünkü Merhamet, en kuşatıcı değerdir.”
E2 arkasını dönüp ağır adımlarla yürümeye başladı; sesi ise karanlıkta yankılanarak kayboldu:
“Ah, yanlış yapanla yanlışı kınayan! Sizleri sevgisiz mi buldum? Ne kadar da çok benziyorsunuz birbirilerinize. Sahiden, ne kadar da çok sevilensiniz siz, benim yüreğimde!
25 Ağustos 2025
Çukurambar, Ankara




Yorumlar