Topal Timsah (Yeni Bölüm #2)
- Ergün Gültekin
- 3 gün önce
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 gün önce
Sen arzularına zincir vurmuşsun —
ama onları öldürmemişsin.
Sadece susturmuşsun, sadece bastırmışsın.
Ve şimdi kalkmış, zincirinle övünüyorsun...
Oysa o zincirin ucunda sen varsın.
Evet! Bu, senin iraden değil —
bu, senin korkun.
Unutma:
Korkudan doğan sınır, erdem değildir.
O, sadece korkunun terbiyesidir.
Ey kendini erdemli sanan!
Ne zaman erdemin kanadı oldu da uçtun?
Sen hâlâ aynaya bakıyorsun —
ama o aynada kendi maskeni izliyorsun!
Ne! “Ben erdemliyim,” mi dedin?
Hayır!
Erdemli olduğunu söyleyen biri,
erdemin özünü çoktan kaybetmiştir.
Ve hayır...
Sen erdemli değilsin.
...
Benim için dürüst olan,
hakikatin uğruna kaybetmeyi göze alandır.
Kazanmayı değil,
yanılmayı göze alarak doğru kalandır.
Evet!
Gerçek dürüstlük,
kimsenin bakmadığı bir anda
kendi vicdanına göz kırpmaktır.
Karanlıkta, tek başına doğru kalmaktır.
Hayır!
Sen yalnızca sınanmadın!
Hiç kimse seni
susmakla kurtulacağın bir çukura itmedi!
Ve sen,
yargılanmaktan korktun...
Buna da ‘dürüstlük’ adını verdin.
Hayır. Sen dürüst değilsin.
...
Ahlak, sadece kendini korumak değildir.
Ahlak, bazen kendini ateşe atmaktır.
Evet!
Gerçek ahlak, çirkinliğe gözünü dikebilme cesaretidir.
Güzelliğe kaçmak değil —
karanlığa ışık götürmektir.
Senin “ahlak” dediğin şey ise,
sadece gözünü kirden kaçırmaktır.
Ve şimdi sen,
hiç çamura batmadan
ayaklarının temizliğiyle övünüyorsun!
Ey lekesizliğiyle övünen —
lekelenmemiş olman seni temiz kılmaz.
Hayır, sen ahlaklı değilsin!
...
Sen acıya baktın — ama el uzatmadın.
Gözyaşını izledin — ama silmedin.
Sen acının yanında durdun —
ama içine girmedin.
Evet, sen!
Sen ağlayanın yanına oturdun —
ama sustun.
Ve sustuğun her anda,
adaletsizliğe ortak oldun.
Ve şimdi kalkmış,
kendini merhametli sanıyorsun.
Hayır!
Senin kalbin, yalnızca hissetti —
ama asla harekete geçmedi.
Ve bu yüzden,
sen iyi kalpli değilsin.
...
Sen alçakta duruyorsun diye —
gökyüzü seni alkışlamaz.
Hayır!
Üstünlükten kaçmak yetmez.
Asıl mesele:
Kendini, bazen ezilmesi gereken bir gurur olarak görebilmektir.
Ve unutma:
İçinde bir özveri yoksa,
alçakgönüllülük sadece alçalmaktır.
Evet sen, sadece eğildin —
Sen, boyun büktün —
ama hiç kimseye omzunu vermedin.
Bu yüzden...
Sen alçakgönüllü değilsin.
...
Sustun — ama içinde ne yandı?
Bekledin — ama ne uğruna?
Kime gösterdin sabrını?
Tanrıya mı, yoksa kalabalıklara mı?
Ve neyin sabrıdır bu?
Yücelmenin mi, yoksa fırsat kollamanın mı?
Sabır, bir şeyi beklemek değildir yalnızca.
Sabır, ateşin içinde sönmemektir.
Hayır!
Senin sabrın, sadece zaman kazanmaktır.
Benim bildiğim sabır ise —
kendi alevini taşırken ümitle susabilmektir.
Bu yüzden...
Sen sabırlı değilsin.
...
Sükûnet! Ah, evet...
Sükûnet içinde kalmakla övünüyorsun.
Ama söyle bana:
İçinde hangi kayalık,
adalet için yerinden oynadı?
Hayır!
Senin sükûnetin,
bir tüccarın pazarlığı gibi.
Her sessizliğinde
kazancını korudun —
ama değerini kaybettin.
Oysa gerçek ağırbaşlılık,
kazanımı kaybetme pahasına
değerini koruyandır.
Ve eğer senin sükûnetin,
haklı öfkenin mezar taşıysa...
Sana ‘ağırbaşlı’ demezler,
Sadece ‘kayıtsız’ derler.
Bu yüzden...
Sen ağırbaşlı değilsin.
...
Yumuşaklık...
Ah evet, ne güzel görünür uzaktan.
Ama söyle bana:
Zulme karşı susan bir kalp,
gerçekte ne kadar temizdir?
Unutma:
İyi kalpli, eğer zalime ses çıkarmazsa,
bir hançerin sessiz kardeşi olur.
Hak yere düşerken susan,
kendi vicdanını mezara gömer.
Evet, sen kimseyi kırmadın…
Ama kimlerin kırılmasına göz yumdun?
Ve şimdi kendini
yumuşak huylu mu sanıyorsun?
Hayır!
Sen yumuşak huylu değilsin.
...
Cesur musun sen?
Korkuya teslim olmadın mı?
Ama söyle:
Korkmadığın için mi yürüdün,
yoksa hiçbir şeyi umursamadığın için mi?
Hayır!
Cesaret, hırsını büyük işlerde kullanmak değildir.
Çünkü hırs, yönünü bulmazsa
felaketi doğurur.
Ve korkusuzluk,
başlı başına bir fazilet değildir.
Çünkü deli de korkmaz!
Gerçek cesaret,
ışığın bedelini ödemektir.
Ve evet —
cesaret, korkuya rağmen ışığa yürümektir.
Ama sen...
Sen hiç korkmamışsın.
Sadece hiç hissetmemişsin.
Bu yüzden...
Sen cesur değilsin.
...
Merhametli olduğunu mu söylüyorsun?
Bağışladın mı, evet...
Ama ne zaman?
Gücün varken mi,
yoksa mecbur kaldığında mı?
Unutma:
Zayıfken affetmek kolaydır.
Ama güçlüysen —
ve buna rağmen bağışlıyorsan,
işte o zaman büyürsün.
Senin bağışlaman,
kendi çaresizliğinden doğdu.
Sen affetmedin —
güçsüz kaldığın için unuttun.
Ve şimdi kalkmış,
kendine “merhametli” diyorsun.
Hayır.
Sen merhametli değilsin.
...
Cömertsin ha?
Verdin mi gerçekten?
İhtiyacın varken mi verdin,
yoksa elindekinin fazlasını mı?
Hayır!
Paylaşmak sadece sofrayı bölmek değildir —
kendi lokmandan kesmektir!
Kanaatkâr olduğunu mu sanıyorsun?
Kanaatkârlık, elindekini saklamak değil —
yeri geldi mi elinden bırakabilmektir!
Oysa sen verdiklerini saydın.
Sen her iyiliğini not ettin.
Sen gökyüzüne değil —
kendi terazine yazdın.
Ve şimdi kalkmış,
kendine cömert diyorsun.
Hayır!
Senin cömertliğin bir hesap;
senin verdiğin bir gösteriydi.
Bu yüzden...
sen cömert değilsin.
...
Ve şimdi...
Tüm bu maskelerin ardında,
sadece korkmuş bir irade,
unutulmuş bir vicdan,
ve övgüye susamış bir benlik duruyor.
Erdem, senin dilinde süs,
ellerinde pazarlık,
gözlerinde bir aynadır.
Ama o aynaya ne zaman baksam —
sadece kendini gördüğünü anlıyorum.
Erdemi değil.
Damlayan kalp sesine yemin olsun:
Sen, erdemli değilsin!
1 Mayıs 2025
Oran, Ankara
Comentários