top of page

İçsel Yankılar (Yeni Bölüm #4)

Gece rüzgârı, ağaçların yapraklarını usulca konuştururken, iki gölge yürüyordu sessizliğin kıyısında. Ay ışığı, biri yara taşıyan, diğeri bilgelikle yoğrulmuş zihnimdeki iki yüreğin arasına gümüş bir hat çekmiş gibiydi. Gecenin kalbi ağır atıyor, yaprakların arasından geçen her esinti, susturulmuş bir hüznü yeniden fısıldıyordu.

E1’in gözlerinde bastırılmış bir yangın titreşiyordu. Kelimeleri, yılların biriktirdiği üzüntü gibi dudaklarının kenarına dizilmişti. Konuşmakla susmak arasında durmuştu uzun zaman. Göz kapaklarının ardında, içini yakan bir fırtına kıvranıyor, ama dışarıya sızacak cesareti bulamıyordu. O gece, içindeki sükûnet nihayet çatladı ve kelimeler, yaralı bir hayvan gibi dudaklarından dışarıya atıldı.

“O beni tanıyamamış, E2,” dedi; sesi, bir yer sarsıntısı gibi titriyordu. “Kalbimi çiğnedi. Görmedin mi? Ben hep onun iyiliği için konuştum, karşımda sustu. Ben sustum, o arkamdan karanlık duygularla konuştu. Şimdi sen çıkmış, ‘affet’ mi diyorsun bana? Hayır. Benim üzüntülü kalbim affetmez onu. Unutmam.”

E2 durmadı; ama bir ağacın gölgesine bakarken, sesine yıldızlardan sızmış bir sükûnet ilişti. Göz kapakları ağırlaştı; kelimeleri söylemeden önce içinden geçenleri tartıyor, sanki gecenin karanlık derinliğiyle göz göze geliyor gibiydi.

“Ben de unutmam,” dedi. “Ama hatırlamak, kin taşımak değildir. Unutmak eksiltir. Fakat hatırlayıp hâlâ sevgiyle kalmak… işte o seni büyütür. Affetmek, başkasına değil; kendine yeniden merhamet etmektir, sevgili kardeşim.” (3/134)

E1’in ayak sesleri sertleşti, toprağı döven bir adalet arayışı gibi yankılanıyordu. Adımlarındaki ağırlık, bastığı her zemini titretiyor, içinde taşıdığı yükün altını çiziyordu.

“İçim yanıyor,” dedi, dişlerini sıkarak. “Üzüntülü öfkemi bastıramıyorum. Her düşündüğümde canım sıkılıyor. Affetmek mi? Ben yanarken nasıl susayım, o söylenen insafsız yalanlara?”

E2, o anda başını ona çevirdi. Yargılamayan ama kayıtsız da olmayan bir gözle baktı. Bakışları, içine su sızmış bir taş gibi ağırdı; yavaş ama kaçınılmaz bir etkiyle karşısındakinin içine işliyordu.

“Fırtına, toprağı uyandırmak için gelir; ama geçmesini bilmezse, en verimli tarlayı bile çorak bir çöle çevirir. İşte öfken de böyledir: Bir kıvılcımken rehberindir; ama sönmezse, yüreğini kavurur. Evet, fırtına geçmezse, toprağını kurutur,” dedi E2 ve ekledi: “Ey adalet düşkünü! Üzüntülü öfken, senin değil; senin içinde gezinen, seni senden eksilten bir sarkıttır. Onu tutmak seni güçlü kılmaz. Onu çözüp bırakman ise yükselmene alan açar.” (42/40)

E1 bir süre sustu. O suskunlukta, içindeki çığlık kendi yankısını arıyor, dile gelmemiş nice söz, boğazında düğüm düğüm birikiyordu. Sonra başını eğdi; gözleri yere değdiğinde, sanki utancını toprağa emanet eder gibi oldu. Dudaklarından, soğuk bir rüzgâr gibi sızan şu cümle döküldü:

“Peki, diyelim sustum. Ne değişecek? İçim hâlâ doluysa? Sadece ‘affettim’ demek yetiyor mu? Kalbim karanlıkken, neyin affı olacak bu?”

E2’nin dudaklarında küçük ama sonsuz bir anlayışın gülümsemesi belirdi. Gülümsemesi, geceyi aydınlatan kısık bir yıldız gibi yorgun ama dirençliydi; içinde bir ömrün dinginliği saklıydı.

“O zaman susma,” dedi. “Ama duygunu tanı ve düşüncenle yön ver. Karanlığın içinden geçebilirsin ama orada kalırsan, karanlığı büyütürsün. Gerçek affetme, yaranla birlikte yürümek, ama hâlâ merhameti seçecek kadar güçlü kalmaktır. Unutma! İnsan olmanın tanımında hata yapmak vardır.” (41/34)

E1 başını kaldırdı; gözleri bu kez öfkenin yerine, hesap soran bir gölgeyle doldu. Gökyüzüne doğru baktı bir an ama gecenin karanlığında yıldızlar bile cevap vermeye çekinir gibiydi.

“Peki ya hakkım?” dedi. “Ben susarsam, kim konuşacak? Hakkımı aramayı da mı bırakayım? Bu mu senin adaletin, ey sevgi düşkünü?”

E2, sessizce bir taşın kenarına oturdu. Ayaklarının altındaki kuru yapraklar çıtırdadı; sanki yerin hafızasına dokunmuştu. Sesi, bu kez yerin derinlerinden gelen bir yankı gibi ağırdı:

“Adaletin sesi susmaz, sevgili kardeşim,” dedi. “Ama onun dili senin üzüntün değildir. Elbette bir fırsat geldiğinde savun kendini. Ama kalbinde ‘kaybetme arzusu’ varsa, işte o artık senin adaletin değil; zalimliğin başka bir biçimidir. Sen yüklendiğinle sabrederek yüksel. Çünkü adalet ancak o zaman seninle birlikte yükselir.” (16/126)

O an E2’nin bakışları biraz daha derine aktı, sanki E1’in zihninde başka bir kapı daha aralamak ister gibi.

“Saygısızlık nedir, ey hayal kırıklığı hüzün olan?” diye sordu, sesi bir su gibi ağır ve duruydu. “Kusurlara mı saygısızlık dersin, o hoşgörüye tabi olan ama gurur kırabilen? Yoksa işlenen suçlarda mı sende saygısızlık şemsiyesindedir?”

E1 hafifçe kıpırdandı. Düşünmek istermiş gibi duraksadı, sonra doğrudan, beklemeden konuştu: “Saygısızlık, hakkı olmayanın yapılmasıdır. Fakat hak ve sorumluluklar görecelidir. Bu yüzden yasalardan çok, ahlaki ve etik değerlerin durumsallıktan bağımsız ve bütüncül bir argümanla ifadesidir.”

Sonra E2’ye dönerek, hafif bir sitemle ekledi: “Hayır, bakma öyle! Aykırı geleni kınama yine. Saygısızlık hoş görülmez; hoşgörü için bir etken belirginleşmedikçe...”

E2, gözlerini kırparak uzaklara baktı. Sevmediği yerden gelen bir rüzgârı karşılarmış gibi konuştu: “Nedir o etken dediğin? Hoşgörü kutusunu sana parçalayarak açtıran nedir?”

E1 hafifçe gülümsedi, ama gülüşü bile üzgündü: “Zihnin inkârına rağmen bedenin kabullenme refleksi… ve gözlemlenen pişmanlık. Senin duygular dediğin şey, benim için sadece gözlemlenen verilerdir, biliyorsun.” dedi.

E2’nin tebessümü, yargılamayan bir dost gibi yayıldı: “Hayır,” dedi. “Dünya kumunda oynamış kirli eller, kalplerdeki sevgiye dokunamaz.”

E1, bir ağacın gövdesine yaslandı. Gövdenin kabuğu gibi sertleşmişti duyguları; ama içten içe, kabuğun altındaki öz su gibi, hâlâ dalgalanan bir isyan vardı. Göğsünde taş gibi oturan yük, yavaş yavaş kelimelere dönüşüyordu.

“Onunla arama bir gece gibi duvar ördüm,” dedi. “Sesini bile duymak istemem. Yakınıma almak istemiyorum artık. Bu duygu mu affetmek?”

E2, rüzgârın yönünü değiştirmesi gibi başını salladı. Göz kapakları, yelken gibi hafifçe kıpırdadı; içinde kabul, sınır ve sevgi birlikte salındı.

“Ey bozuk bakan küskün ruh,” dedi E2. “Evet! Bazen affetmek, mesafeyi korumakla başlar. Unutma! Her sevgi, birlikte yürümek değildir. Bazı yollar, kendine zarar vermeyecek kadar kutsaldır. Ama bir süre yakına almamak nefret değildir; kendini korumaktır. Ve o mesafede… sevgi hâlâ yaşayabilir.” (24/22)

Bir sessizlik daha doğdu, ama bu kez öfkenin değil; düşünmenin sessizliğiydi. O an, zaman kıvrıldı, duyguların arasından geçerek eski bir yara gibi içlerinde dolaştı. Savaşçı, içinde en derin korkuyu fısıldadı:

“Peki ya iyilik? Arkamdan konuşarak bana kötülük yapan birine iyilikle mi döneceğim şimdi? Bu mu büyüklük?”

E2 gözlerini ona çevirdi. Gözlerinde, yeryüzünün en yüksek dağlarında oluşmuş bir sabır vardı. O bakış, çok kez ihanet uğramış ama yine de yüzünü değerlere dönmüş bir insanın bilgeliğiydi.

“İşte en zor ama aslında hayatın en güzel yeri orası,” dedi. “Senin gücün, onun cehaletini boğmasın. Senin yüceliğin, onun basitliğini utandırsın. Eğer içinde hâlâ iyilik yapma arzusu varsa, işte o zaman gerçekten affetmişsindir. Çünkü iyiliğin geldiği yer, sevginin kutsal kudretidir. Unutma! Af etmeyi bilmeyen affedilmeyi dileyemez!” (41/34)

Karşıdan ses gelmeyince E2 heyecanla seslendi: “Yakıştıramadın mı yoksa iyiliği, acılar sunana? Ey adalet düşkünü, budala olma. Bilmez misin? Utanmazları utandıran sadece sevgidir.”

E1’in gözleri doldu ama taşmadı. Göz kapaklarının ardında biriken acı, bir duanın eşiğinde bekleyen sabır gibiydi. Derin bir nefes aldı, başını göğe çevirdi. Gökyüzü, her şeyi duymuş gibiydi; yıldızlar bile onun iç çekişine göz kırpıyor, gece hafifçe irkiliyordu.

“Belki de…” dedi kısık bir sesle, “ilk defa içim biraz yumuşadı. Yani affetmek, sadece unutmamak mı?”

E2, başını usulca salladı. Sözleri, bir bilgenin içinden geçen nehir gibiydi hem derin hem duru hem de sonsuz bir kaynaktan gelen.

“Affetmek, insanın zayıf ve kusurlu olduğunu hatırlayarak sevebilmektir. Kırıldığın yerde oturmak ama oraya yerleşmemektir. Ve en önemlisi: kendini terk etmeden herkesi sevebilmektir.” (3/135)

Sonra yutkundu ve bir iç ezgisiyle devam etti:

“Onu sevginle yalnız bırakmak… Evet, sensizlikle yüzleşmesi ona yetsin. Bakarsın bir gece onun için yaptıklarını ve değerini fark eder de topallayarak gelir ardından. İşte o an gülümsersin sevgiyle — o ayıpları örten kutsal sevgiyle…”

Ve ardından, E2’nin gözlerinde o eski öğretilerin sesi yankılandı. Çünkü o, sadece affetmek için değil; kendisine zarar verenleri bile kazanmak için yola çıkanlardandı. Nankörlerin yanına sevgisiyle otururdu ama suçlarını aklamak için değil, içlerindeki son insanı uyandırmak için. Gençliğinde uzak durmak istediği bu bencilleri, hayata katmak ve iyiyi büyütmek isteyenin ta kendisiydi.

Ve o bilirdi ki bazı acılar zaman ve mesafeyle, bazı nankörlükler merhametle, bazı haksızlıklar ise sevgiyle güzelleşirdi. Evet, affederdi, ikinci şans verirdi, sevmeyi bırakmadan, ama kendini de terk etmeden.

Rüzgâr durdu. Hava biraz daha serinledi. Ama zihnimdeki iki aykırı, gecenin ķör karanlığında sevgiye yürümeyi yeniden öğrendi. İşte o an, rüzgârın serinliğiyle beraber, ikisi de aynı gerçeği fısıldadı:

“Utanmazları utandıran tek şey, sevgidir!”

25 Nisan 2025

Yıldız, Ankara


Yorumlar


bottom of page