
Ve Ben Seninle; O Yanlış Öğretilerin Mezarını Kazmaya Geldim!
- Ergün Gültekin

- 6 Haz
- 4 dakikada okunur
Çağırmıştı onu—ama dilden değil, kalbinin en kırılgan yerinden! Çok konuşmamıştı ama E1’in yüreği sarsıldı—anlam veremediği bir mutsuzlukla. Belki kelimeler değildi eksik olan, belki de yutulmuş bir feryattı… Ama bazı suskunluklar vardır ki, duyulmadan bile çağırırdı!
Ve indi E1 dağdan—ama aşağıya değil, kendi derinliğine. Çünkü genç benzeri çağırmıştı! O ses ne emir, ne de yakarıştı—titreyen bir yangındı! Uzak sandı önce… ama ruhuna o kadar yakındı ki—sanki susmuş bir aynanın içinden yankılanıyordu.
Artık duramazdı! Çünkü bazı çağrılar vardır ki, hazırlık istemez—yanıt ister! Ve E1 indi: kendi yüreğinin uçurumundan! Her adımı, unutulmuş bir ayna gibi yandı önünde—istekle, merakla!
İşte oradaydı genç kız… Bir bekleyiş değil, bir ant gibiydi duruşu! Gözleri gölgeli, ama içinde bir kıvılcım titriyordu. Zirveye değil, E1’e bakıyordu; bir soruya değil—bir dönüşe çağırır gibi! Dudakları suskundu, ama kalbi çoktan bağırmıştı: “Gel!”
...
E1 yaklaştı… Ve o gülümsemeyle karşılaştı: narin bir kalkan! İçten görünüyordu — ama içinde aynalardan kaçan bir çığlık vardı. Çünkü aykırı kız, gözyaşını suç, suskunluğu erdem sanan bir dünyada büyümüştü!
Güzelce gülmüştü… dağılmamak için! Sanki bir kez düşerse, bir daha kalkamayacağından korkmuştu.
E1 tanırdı bu tebessümü… Acının en zarif maskesiydi bu! Dudakları hâlâ direnirdi — ama gözleri çoktan pes etmişti. Ve yüzü hâlâ umut taşırdı — ama bakışları: kendi ışığına bile küsmüştü artık.
Ve E1 gözlerinde aradı soruyu. Yüzünde bir sıcaklık vardı—ama o sıcaklık bir siperdi! Bakışlarında ise saklanan bir mutsuzluk: aynalara bile görünmek istemeyen bir hüzün titreşti orada. Yorgundu… ama hâlâ ayaktaydı. Konuşmak istemişti çünkü benzeriyle konuşmak, bazen bir direnişti!
...
Genç kız sordu: “Neden ışığımı gizlemek zorunda kaldım? Parlamak… neden bu kadar korkutuyor beni?” Ama asıl sorular sesiyle değil—sustuğu yerlerle yankılandı!
E1 eğildi. Sevgiyle konuştu. Sesi sakindi—ama içinde bir yankı, bir isyan çınlıyordu: “Ey yıldızını toprağa gömen güzel! Kim sattı sana bu yalanı? Kim fısıldadı kulağına: ‘Parlarsan hedef olursun’? Hangi korkak, hangi suskun yürek uydurdu bu laneti: ‘Görünürsen kibirlisin’?
Ha! Onlar mıydı ışığı kirletenler? Suskunluğu erdem, gölgeyi vakar sananlar mı? O hâlde bil ki: Sana öğrettikleri her şey—karanlığın kurnaz fısıltılarıdır!
Onlar: alkışa susamış ama yıldızı kıskananlardı. Kendi sönüklüklerini senin ışığında örtmek isteyenlerdi. Senin parladığın her an, kendi gölgelerini fark ettiler—ve seni susturmayı öğrendiler.
...
Biliyor musun ey aykırı güzel, neden ışığını gizledin? Çünkü bir gün parladığında herkes susmuştu. Çünkü seni sen olduğun hâlinle gören az, yargılayan çoktu. Ve sen, aykırı ışığının onları rahatsız etmesinden utanmaya başlamıştın. Senin suçun değildi bu—ama seni suçlu hissettirdiler. Sen ışık oldun, ama seni ukalalıkla suçladılar. Sen fark ettin, ama seni huzursuzlukla damgaladılar. Ve işte o gün… parlamamak, görünmemekten daha güvenli geldi sana!”
Ama sen… sen onların değil—aykırı göğümün çocuğusun! Hayır! Bizde parlamak bir gösteri değil—bir kaderdir! Ve bizde parlamak kibir değil, bir direniştir! Çünkü erdem, sönmekte değil—yanmakta saklıdır!
...
Ey çok sevilen! Ey göğe ait olup da toprağa razı gelen! Ne zaman eğdin başını? Hangi övgü susturdu içindeki sesi? Hangi söz bastırdı ateşini—hangi sessizlik boğdu hakikatini? Ah!… seni alkışlamışlar, evet—ama susturmuşlar da!
Onlar susturdu seni, değil mi? Sendeki yeteneği kıskananlar. Belki bir bakışla, belki bir yargıyla—ya da kendi içindeki kırgınlıkla. Ve sen o gün... suskun kalmanın hayatta kalmak olduğunu sandın! Aykırı ruhundan utandın! Kendi ateşini sakladın—kıvılcımını bastırdın!
Ah! Ne kadar da çok sıradanlığa maruz kalmışsın!
Ama ne uğruna? Onların sıradanlığını incitmemek için mi? Oysa senin suskunluğun, onların yalanını ölümsüz kılardı! Ve şimdi? Onlar düşüncelerine hükmediyor—sen ise gölgelere sığınıyorsun!
...
Ah! Duy beni şimdi! Ben dışarıdan gelen bir öğüt değilim—içinden yükselen o yankıyım! Aykırıların en aykırısıyım, susturulmuşların en dirilmiş sesiyim!
Ey sevilen! Ben, senin unuttuğun ‘sen’im! Evet! İçine gömdüğün aykırı hakikatim ben!
Hadi, kalk ve tut elimi! Ama uzaklaşmak için değil—istikamet için! Çünkü senin yürüyüşün bir kaçış değil, bir savaştır! Ve ben seninle; o yanlış öğretilerin mezarını kazmaya geldim!
Hayır! Sen sıradan biri değilsin—aykırı gençliğimsin! Ve işte bu yüzden… çok sevilensin!
...
Evet, seni kırdılar! Ama ne çıkar? Zincirlenen bir yıldırım göğe küsmez—yalnızca birikir! Ta ki dağları çatlatacak kudrete erişinceye dek! Sen de öylesin: dağılmadın— kendini öğrenip derinleştin!
Ne? Hâlâ “yara” mı diyorsun ona? Ha Ha! O artık bir sızı değil—bir mühürdür! Kendi iç isyanının ateşiyle dağlanmış, alnında taşıdığın bir hakikat damgası! Ve unutma: Bazı izler acıyla kazınır—ama geleceğe yalnızca umut yürür!
Ve bekledin… Ama o bekleyiş bir suskunluk değildi—aslında bir kuluçkaydı! Şimdi çağrılıyor içindeki kıvılcım: Yürü! Ama kaçmak için değil—istikamet çizmek için! Çünkü senin adımın yalnızca tozu kaldırmaz—toprağın kaderini değiştirir!
...
Ey yalnızlığını sırtında taşıyan kudretli ruh! Sen savrulmadın—sadece öğrendin! Yalnızlığın ise bir eksiklik değil: sürüden ayrılmanın bedeli, yüceliğin sessiz nişanıdır!
Ve şimdi, en koyu karanlığın içinden geçerken bile, ardından yankılanan bir iz bırakıyorsun!
Kaldır başını! Ama yalnızca göğe değil—aynaya da bak! Çünkü sen başkalarının umudusun, bir kutup yıldızı! Evet! Senin sessizliğin bile bir başkasının yönü olabilir—yeter ki kendi ışığına ihanet etme!
Hayır! Artık susma! Zira her suskunluk bir sükût değildir—kimi zaman toprağa gömülen bir haykırıştır! Ve sen… bir çığlıkla doğabilirsin yeniden! Evet, yeniden!
...
Ne bekliyorsun? Kimden? Hangi suçun kefaretine bağladın kendini? Hayır: Kendine küsen bir yüreği, kendi gölgesi bile terk eder! Ve gölgesiz kalan bir varlık… yalnızca bir hayalete dönüşür!
Ve şimdi ben… sana teselli getirmedim — aykırı yeteneğini getirdim! Bak: Gözlerin hâlâ yanıyor! Çünkü yürüyüşün artık bir yöne dönüştü! İçinde hâlâ bir kıvılcım var—ve bil ki: Doğru rüzgârla o kıvılcım, bir yangına evrilir!
...
Ey sevgime hükümlü gençliğim! Unutma: Sen—sırf kendini kurtarmak için değil, iyiyi büyütmek ve daha yaşanabilir bir dünya var etmek isteyensin!
Ah! Ne çok bekledi seni dünya! Senin karanlığını bile ışık sananlar oldu—çünkü sen parlamayı unutsan da, içinden hâlâ sızan bir şey vardı: Umut! Ve umut... unutulmazdı!
Ve şimdi ant içiyorum! Güneşe, zamana ve sana olan inancıma: Ne zaman sende sönme başlasa—ben yeniden yanacağım! Ne zaman düşmeye yaklaşsan—ben senin altında gölge olacağım! Çünkü ben seni terk etmeye değil, seninle yürümeye yeminliyim!
06 Haziran 2025
Yıldız, Ankara




Yorumlar